Önceki konumuz olan ‘’Osmanlı Hanedanı’nın Kökeni’’nde de belirttiğimiz üzere; Osmanlı’nın ‘’Kuruluş Dönemi’’ne ait pek çok rivayet ve masalsı anlatımlar mevcuttur. Günümüzde hala daha Osmanlı’nın kuruluş tarihiyle ilgili olarak tartışmalar tarihçiler arasında devam etmektedir. Bunun sebebi gene o döneme ait tutarlı, kesin bir yazılı kaynak olmadığından kaynaklanmaktadır. Kimi tarihçi Osman Bey’in ilk fethettiği yer olan Karacahisar’ın fethini yani 1288/89 yılını kabul ederken; kimi tarihçi de (ki bu günümüzde yaygın kabul gören tarihtir) 1299 yılını kuruluş yılı olarak kabul eder. “Tarihçilerin Kutbu” olarak bilinen duayen tarihçi Halil İnalcık ve bazı akademisyenler ise bir devletin kuruluşu için siyasi bir başarı lazımdır derler ve tarihe Bapheus Muharebesi olarak geçen Koyunhisar Savaşı’nın yapıldığı tarihi Osmanlı’nın kuruluş tarihi olarak kabul ederler ve hatta bununla kalmaz gün ve ay bile belirtirler (27 Temmuz 1302). Peki nedir bu tarihlerin hikayeleri? Gelinde daha detaylı ele alalım bu konuyu.
Osman Gazi’yi, Konuralp (solda) ve Akça Koca (sağda) ile gösteren bir gravür.
Tarihi kaynaklara baktığımızda şu bilgilere rastlamaktayız: Hasırcızade Metin Hasırcı, Büyük Osmanlı Tarihi’nde şöyle nakletmektedir: “Osman Gazi; Karacahisar'ın fethinden sonra (kayınpederi) Şeyh Edeb Ali'nin akrabasından ve talebesinden olan Dursun Fakih'i hatib tayin etti. Dursun Fakih, büyük bir âlim olup, Osman Gazi’nin yaptığı savaşlara da iştirak edip, askere namaz kıldırırdı. H. 688 (M.1289) senesinde bir cuma günü Dursun Fakih hutbesini irad ederken, Selçuk Sultan’ının ismiyle beraber Gazi Osman Bey'in ismini de hutbede okudu. Osman Gazi ikametini Eskişehir'e nakledince, Dursun Fakih hutbelerinde daima Gazi Osman Bey'in adını Selçuklu Sultanı ile beraber okumaya devam etti” (1) Hasırcızade Metin Hasırcı, Büyük Osmanlı Tarihi, Merve Yayınları; 2003. c. 1, s. 42.
Bu anlatıma göre ilk defa Osman Gazi adına hutbe 1289 yılında okutuluyor. Lakin burada asıl dikkat etmemiz gereken ibare şudur ki : ‘’Dursun Fakih hutbelerinde daima Gazi Osman Bey’in adını Selçuklu Sultanı ile beraber okumaya devam etti.’’ Yani Osman Bey hala tek başına iktidarda değil ve henüz daha beyliğin bağımsızlığını eline alamamış aksine Selçukluya bağlı kalmaya devam etmiştir.
Diğer taraftan tarihçi Hammer’e göre: “On iki seneden beri Karaca Hisar'da nâmına hutbe okunan Osman, Alâü'd-dîn'in vefatını müteakip İslam’da mer'î olan ikinci saltanat hakkını, yâni sikke darb ettirmek hakkını icra eylediği rivayet olunur. Ancak Alâü'd-dîn'in vefatından evvelki on iki sene zarfında hutbe Osman'ın metbûu olmak üzere Sultân'ın ismine okunur ve Osmanlının nâmı ancak Alâü'd-dîn'in vefatından sonra yâd olunmuş olması daha muhtemeldir; ilk sikkeler de, ancak Orhan'ın zamanında darb olunmuştur” (2) Joseph von Hammer, Büyük Osmanlı Tarihi, Üçdal Neşriyat; 2003. c. 1, s. 92-3.
Bu anlatımda ise tarihçi Joseph von Hammer-Purgstall gene Osman Bey’in Karacahisar fethinden sonra adına hutbe okunduğunu belirtir. Burada da dikkat etmemiz gereken ibare ise şudur : ‘’ Ancak Alâü'd-dîn'in vefatından evvelki on iki sene zarfında hutbe Osman'ın metbûu olmak üzere Sultân'ın ismine okunur…’’. Koyu font ile belirttiğimiz kısımdan yine Osman Bey’in hala tek başına iktidarda olmadığını ve Selçukluya bağlı kalmaya devam ettiği anlamını çıkartabiliyoruz.
Birbirine muarız görünen bu bilgilerin tarihçi Mustafa Armağan ve heyetinin hazırladığı Osmanlılar Ansiklopedisi’nde şu şekilde izah edildiğini görürüz: “Karacahisar'ın fethinden sonra Osmanlı tarihinde ilk defa bir kilise camiye çevrildi ve burada Dursun Fakih'in kıldırdığı ilk Cuma namazında okunan hutbede, Osman Bey’in adı Anadolu Selçuklu Sultanı'nın isminden sonra ve ilk defa zikredildi. Bu olay Osmanlılar'ın bağımsızlıklarının başlangıcı alarak kabul edilir. Ancak bunu zikreden kaynaklar geç devir tarihçilerdi. Bu bakımdan Karacahisar'da 1288 yılında okunan bu hutbe olayını şüphe ile karşılamak gerekiyor. Eğer bu kaynakların verdiği bilgi doğru ise Osmanlı Beyliği'nin bağımsızlığını ilân etmesi 1288 yılına inmektedir. Karacahisar'ın fethinden sonra Osman Bey buraya Karamanlı Dursun Fakih'i kadı olarak tayin etti, Böylece Dursun Fakih ilk Osmanlı kadısı olarak vazifeye başladı. Osman Bey bu savaştan sonra esir alınan tekfuru ve diğer esirleri çeşitli ganimetlerle birlikte Selçuklu Sultanı II. Gıyaseddin Mesud'a gönderdi. Sultan da, onun bu başarısına karşılık, fethedilen Karacahisar'ın yanı sıra Eskişehir, İnönü ve civarını, babasından miras kalan Söğüt'e ilâveten Osman Gazi’ye iktâ alarak verdi. Ayrıca Osman Gazi’ye hil’atler, topuz, kılıç ve iyi cins birkaç at gönderdi, ona tabi, nekare ve alem ihsan etti. Böylece bu tarihten itibaren Osman Gazi uç beyliğine yükselmiş oluyordu” (3) D. Mehmet Doğan, Osman Gazi. Mustafa Armağan ve Heyet; Osmanlılar Ansiklopedisi, İz Yayıncılık (Yeni Şafak Baskısı); İstanbul,1999, c.1, s.64.
Burada dikkat etmemiz gereken iki önemli ibare var. Birincisi ‘’ ilk Cuma namazında okunan hutbede, Osman Bey’in adı Anadolu Selçuklu Sultanı'nın isminden sonra ve ilk defa zikredildi.’’ Bu ibareden yola çıkarak yine tam bağımsız değil diyebiliriz. Bir diğer önemli ibare ise şudur ki ‘’ Böylece bu tarihten itibaren Osman Gazi uç beyliğine yükselmiş oluyordu.’’ Koyu font ile belirtmiş olduğumuz ‘’uç beyi’’nin TDK’ye göre anlamı şudur ki : a. tar. Uçların sivil ve askerî yönetiminden sorumlu olan görevli. Yani hala bağımsız bir bey değil.
Peki, tüm bu bilgiler ışığında bakıldığında; Osmanlı Devleti’nin tam istiklâlinin dünyaya ilânı sayılan cuma namazının kıldırılması ve cuma ve bayram hutbesinin okunması nasıl oldu? Bu konuyu tarihçi Prof. Dr. Halil İnalcık ve heyetinin hazırladığı Osmanlı Ansiklopedisi’nden detaylıca izahına bakacak olursak mevzuumuza son noktayı koyduğunu söyleyebiliriz: “Osmanlı Tarihinin ilk kaynaklarından olan Aşıkpaşaoğlu Tarihi’ni esas almak suretiyle açıklamaya çalışacağız. Osman Gazi yarı müstakil, Selçuklu veya İlhanlı sultanlarına bağımlı bir devlet başkanı idi. Mehmed Neşrî, Osman Bey’in istiklâlini ilân sebebini Sultan Alaeddin’in ölümüne dayandırır. Sultan Alaeddin, Osman Gaziye "davul, bayrak, at, kılıç ve hil’at-i şahane"yi gönderdikten sonra, o da, teşekkür için Konya’ya gitmek istedi. Bundan sonrasını Neşrî'den takip edelim: “Hülâsa, Osman’a davul ve bayrak gelince, O da, ganimet malının HA ini ayırarak, hadsiz hesapsız hediyeler ve nihayetsiz armağanlarla birlikte Konya’ya giderek, bu Sultan III. Alaeddin ile buluşmak, rızasını alarak veliahtı olmak amacını güttü. Zira bu Alaeddin Keykubad’ın oğlu yoktu. 0, Osman’ı hemen hemen oğlu yerinde görerek O’na davul, bayrak ve kılıç göndermişti. Osman Gazi de Sultan Alaeddin zamanında her ne kadar bir nevî istiklâl bulmuşsa da, lâkin edebe riayet ederek hutbeyi ve sikkeyi yine sultan adına kılmıştı. Osman, Sultan nezdine gitmek hazırlıklarını yaptığı sırada, Sultan Alaeddin’in öteki dünyaya intikal ettiği, oğlu kalmadığı için yerine veziri Sahih’in geçtiği haberi geldi. Osman bunu işitince: “Hüküm yüce ve ulu Allahındır” diyerek derhal buyurdu. Dursun Fakih’i Karacahisar’a hem kadı hem de hatip yaptılar. Zira bu Dursun Fakih bir aziz kişi idi...” (4) Neşri, I, s. 57.
Neşri ve Hammer’ın ortak bulgusu Sultan Alaeddin’in vefatından sonra Osman Bey’in bağımsızlığını ilan ettiğidir. III. Alâeddin Keykubad 1303 yılında vefat etmiştir. 1302 yılında ki Koyunhisar zaferinden sonra Anadolu da ve Türkmenler arasında büyük bir prestij sahibi kazandıktan sonra, sancağı altına birçok Türkmen beyi girmiş olan Osman Bey, Keykubad’ın ölümünden sonra tam olarak bağımsızlığını tüm cihana duyurmuş olması kuvvetli bir tezdir (1303).
Prof. Dr. Halil İnalcık, Osmanlı Beyliği'nin devlet statüsünü 1302 yılında Yalova'da Bizans'a karşı yaptığı Bafeus Savaşı'yla kazandığını öne sürdü. ''Bu savaşın neticesinde Osman'ın şöhreti yayılmıştır. Her taraftan onun emri altına Türkler gelmeye başladı. Demek ki bir ordu sahibidir. Demek ki bu zafer Türk ananesine göre kut sahibi olduğu zaferdir. Kendisinden sonra Orhan hiç itirazsız tahta geçmiştir. İşte bu sebeple bu tarihte bir hanedan olarak kurulduğunu söylüyorum.’’ Sözleriyle de bu tezini savundu.
Sonuç olarak; ilerleyen zamanlarda ne olur bilinmez lakin daha tutarlı, daha kesin bir kaynak ortaya çıkmadığı sürece her tarihçinin yapması gerektiği gibi bizde içerisinde pek çok rivayetlere, masalsı anlatımlara rast gelinen Osmanlı’nın ‘’Kuruluş Dönemi’’ ne ait bu tür bilgilere şüpheyle yaklaşıp, genel kabul gören bilgiyi aktarmamız gerekmektedir.
KAYNAKLAR :
1.Hasırcızade Metin Hasırcı, Büyük Osmanlı Tarihi, Merve Yayınları; 2003. c. 1, s. 42. 2.Joseph von Hammer, Büyük Osmanlı Tarihi, Üçdal Neşriyat; 2003. c. 1, s. 92-3. 3.D. Mehmet Doğan, Osman Gazi. Mustafa Armağan ve Heyet; Osmanlılar Ansiklopedisi, İz Yayıncılık (Yeni Şafak Baskısı); İstanbul,1999, c.1, s.64. 4.Neşri, I, s. 57. 5.Hoca Sadettin Efendi, I, s. 32. 6.Mecdi Mehmet Efendi, Hadaik üş-Şakaik, İstanbul 1269,1, s. 21. 7.Ahmet Vehbi Ecer, Osmanlı Devleti'nin İstiklâl Hutbesini Okuyan Devlet Adamı Dursun Fakih. Halil İnalcık (Ed.); Osmanlı Ansiklopedisi. Yeni Türkiye Yayınları. Ankara 1999. c. 1, s. 187-8.
Comments