top of page
  • Kültarih

I.SÜLEYMAN (KANUNİ)


I.SÜLEYMAN (KANUNİ)/(MUHTEŞEM)

SALTANAT SÜRESİ : 46 YIL (1520 – 1566)


Yavuz Sultan Selim’in tek oğlu olarak (bazı kaynaklarda I. Selim'in, küçük yaşta ölen oğullarının olduğu belirtilmekte) 6 Kasım 1494’de, Ayşe Hafsa Valide Sultan’dan doğdu. 30 Eylül 1520 de Osmanlı İmparatorluğu'nun onuncu padişahı ve 89. İslam halifesi olarak tahta çıktığında yaşı henüz daha 25 idi. 46 yıl boyunca Osmanlı tahtında kalarak, Osmanlı tarihinin en uzun tahtta kalan padişahıydı. Tahtta kaldığı süre zarfınca pek çok zaferler kazandı, birçok fetihler gerçekleştirdi. Bu başarılarından dolayı ve döneminin Osmanlı’nın en zengin, en parlak dönemi olmasından mütevellit batıda "Magnificent" (Muhteşem) diye anılırken; eyaletlerle ilgili olarak yapılan birtakım kanunların yanı sıra, adalet ve maliyeyle ilgili olarak yapılan bir kanunname hazırlatmasından dolayı da doğuda Kanuni lakabıyla anılıyordu. Babası gibi sert ve acımasız değildi. İyi bir eğitim görerek yetişti. Muhibbi mahlasıyla divan sahibi bir şairdi. Aynı zamanda bizzat kendisi kuyumculuk ile meşgul olmuş ve çok güzel mücevheratlar (yüzük gibi) yapmıştır. Oğlunu öldürten iki padişahtan biriydi (diğeri III. Mehmet).


ŞEHZADELİĞİ

Çocukluk yılları babasının sancak beyi olarak görev yaptığı Trabzon’da geçti. İlk eğitimini Trabzon sarayında kendisine tahsis edilen hocalardan aldı. Evliya Çelebi’ye göre Trabzon’da iken süt kardeşi Kadı Ömer Efendi’nin oğlu Yahya ile birlikte bir Rum’dan kuyumculuk öğrendi. On yaşına geldiğinde sancağa çıkması gerekirken muhtemelen II. Bayezid’in, oğulları tarafından sürekli şekilde baskı altında tutulması sebebiyle tayini gecikti. Hünernâme’de onun on beş yaşında iken Şebinkarahisar sancağına (1509) daha sonra Bolu sancağına tayin edildiği belirtilirse de bu bilgi tam olarak doğru değildir. Çünkü Amasya’da bulunan Şehzade Ahmet buna şiddetle karşı çıktığından tayinler gerçekleşmedi. Bunun üzerine Şehzade Selim babasına gönderdiği bir mektupta oğlu Süleyman’a sancak istedi, gelen cevapta Sultanönü veya Giresun-Kürtün-Şiran bölgesinin verilebileceği bildirildi. Ancak Selim, oğluna bu yerlerin lâyık görülmesi karşısındaki kırgınlığını dile getirerek Trabzon’a yakın olan Karahisarışarkî veya Kefe sancağının tahsisini talep etti. Birkaç defa fikir değiştiren II. Bayezid neticede Süleyman’a Kefe sancağını verdi. Babasının tahta çıkma süresince Kefe sancağını babası üs olarak kullandı. Daha sonra Selim tahta çıkınca ve kardeşlerini öldürdükten sonra Süleyman, tahtın tek varisi olarak Manisa sancağına (Saruhan Sancağı/Manisa Sancağı veliaht olarak ilan edilmiş şehzadelerin gönderildiği sancaktır) gönderildi. Manisa’ya gittiği sırada yanında annesi, kız kardeşi, ilk oğlu Mustafa’nın annesi Mâhidevran, hocası Hayreddin, lalası Kasım ile 458 hizmetli ve ileride sadrazam olacak can yoldaşı Pargalı İbrahim de bulunuyordu. Manisa’daki sancak beyliği sırasında idaresi altındaki bölgeyi tanımaya çalıştı, yazın yaylalara çıktı, çok meraklı olduğu avcılık dolayısıyla Batı Anadolu’nun önemli bir kesimini içine alan yetki alanını dolaştı.


TAHTA ÇIKIŞI

Babasının vefat ettiği haberini Vezîriâzam Pîrî Mehmed Paşa’nın gönderdiği haberciden almasıyla yanındaki adamlarıyla birlikte kara yoluyla İstanbul’a hareket ederek 30 Eylül 1520’de Üsküdar’a ulaştı ve saraya gidip tahta oturdu. Ertesi gün babasının naaşını karşılamak için Edirnekapı’ya kadar gitti. Cenaze töreni Fâtih Camii’nde yapıldı. Ardından atalarının türbelerini ziyaret eden yeni padişah cülûs bahşişi dağıttı, Manisa’daki hareminin ve şehzadelerin (Mustafa, Mahmud ve Murad) getirilmesini emretti. İlk icraat olarak Vezîriâzam Pîrî Mehmed Paşa’yı yerinde bıraktı, eski lalası Kasım’a vezirlik pâyesi verdi; böylece divandaki vezir sayısı, Pîrî Mehmed Paşa, Mustafa Paşa, Ferhad Paşa ile birlikte dörde yükselmiş oldu.


Kanuni Sultan Süleyman’ın cülûsunu tasvir eden minyatür (Süleymannâme, TSMK, Hazine, nr. 1517, vr. 17b)

Canberdi Gazali İsyanı

Osmanlı Padişahı I. Selim dönemindeki Şam Beylerbeyi Canberdi Gazali, padişahın vefatının ardından çıkardığı isyanla Halep'e saldırdı. Bunun üzerine Selim'in ardından tahta çıkan Padişah I. Süleyman, Ferhat Paşa komutasındaki birlikleri isyanı bastırması için görevlendirdi. Ferhat Paşa bölgeye hareket edene kadar ise Zülkadriye Eyaleti'ndeki (1831'den sonraki adıyla ‘’Maraş Eyaleti’’) birliklerin Halep'e kaydırılmasını buyurdu. Halep'teki birlikler ile Canberdi Gazali'nin kuvvetleri çatışma halindeyken takviye kuvvetlerin şehre geldiğini öğrenen Gazali, Şam'a çekildi. Gazali'nin kuvvetleriyle merkeze bağlı birlikler arasında, Şam yakınlarındaki Mastaba adlı bölgede, 27 Ocak 1521 tarihinde yapılan muharebede Gazali'nin yenilmesi ve öldürülmesiyle isyan bastırıldı.


Belgrad’ın Fethi

I. Süleyman'ın 1520 Eylül'ünde Osmanlı Padişahı olmasının ardından Macaristan Kralı II. Lajos'a gönderdiği elçinin hakaret görmesi veya öldürülmesi ve Macar kuvvetlerinin Knin'i ele geçirmesi üzerine Süleyman, Belgrad üzerine sefer düzenlemeye karar verdi. 18 Mayıs 1521 tarihinde Belgrad üzerine sefere çıkan Süleyman'ın önderliğindeki Osmanlı Ordusu, Temmuz ayında şehri kuşatma altına aldı. Sadrazam Pîrî Mehmed Paşa'nın komutasındaki ordu, bir ay kadar süren kuşatma sonrasında şehri ele geçirdi. Osmanlı kuvvetleri ayrıca Böğürdelen, Zemun ve Salankamen şehirlerini devlet topraklarına kattı. Belgrad’ın alınmasıyla; stratejik öneminden dolayı Avrupa’ya yapılan seferlerde Osmanlı ordusu için önemli bir üs oldu ve Macaristan’ın yolu Türklere açıldı. Belgrad, 1688'deki Belgrad Kuşatması’na kadar Osmanlı egemenliğinde kaldı.


Not = I. Süleyman devrinde kuşatılan Belgrad, Fatih Sultan Mehmet tarafından kuşatılmış başarısız olmuştu.

Matrakçı Nasuh'un Süleymanname adlı eserinde yer alan ve şehre yapılan kuşatmayı gösteren minyatür.

Rodos’un Fethi

Rodos'a sığınmış olan Hospitalier Şövalyeleri korsancılık ile Osmanlı ticaretine zarar vermekteydi. Rodos'u almadan, Suriye ve Mısır'ı idare etmenin imkânsız olduğunu düşünen Kanuni Sultan Süleyman, Belgrad'ı fethettikten sonra (1521), Rodos'a yönelmiştir. Rodos Kalesi beş ay kadar canla başla direnmesine rağmen, muazzam bir Osmanlı donanması ve ordusu (400 parçalık büyük bir donanma ve 100.000 kişilik kara ordusu) karşısında teslim olmayı kabul etmek zorunda kalmıştır. Şövalyeler canları ve malları güvencesi karşılığında teslimiyeti kabul etmiş, Girit'e çekilmelerine izin verilmiştir. Daha sonra Papa'nın da onayıyla Malta'ya yerleşmişlerdir. Rodos'la beraber On İki Ada ve Bodrum Kalesi de teslim olmuştur.


Not = Rodos'u daha önce II. Mehmet'in orduları kuşatmış lakin alamamıştır.

Rodos Kuşatmasını gösteren bir minyatür

Mohaç Muharebesi

Kanuni’nin ilk iki seferi büyük dedesi Fatih’in fethedemediği Belgrad (1521) ve Rodos (1522) üzerineydi. Buraları fethettikten sonra Macaristan’a yürüdü.


Habsburglar’la yakınlaşan Macaristan'ı, kendisine yönelik tehdit olarak gören Osmanlı Devleti'nin, bu konudaki endişelerini giderecek taleplerini içeren anlaşma girişimlerinin sonuçsuz kalması üzerine, askeri güç kullanma kararı almasının sonucuna ek olarak Kanuni'nin Macar seferine karar vermesine, Kutsal Roma Germen İmparatorluğu V. Karl ile Fransa kralı I. François (Fransuva) arasındaki rekabet sebep oldu. I. François'nın Pavia'da, V. Karl'a yenilerek esir düşmesi üzerine, François'nın annesi Louise de Savoie, Chancelier Dupart'ın etkisiyle, İstanbul'a elçi göndererek Kanuni'den, oğlunun kurtarılması için yardım istedi. Kanuni, V. Karl'ın gücünü kırmak için bu yardım teklifini olumlu karşıladı; Osmanlı Devleti'ne karşı Eflak ve Boğdan Voyvodalıklarıyla ile anlaşan Macar Krallığı'na savaş açmaya karar verdi.


Mohaç Muharebesi, 29 Ağustos 1526'da, Osmanlı İmparatorluğu ve Macaristan Krallığı orduları arasında meydana gelen ve savaştır. Savaş, sayıca üstün Osmanlı ordusunun hafif süvarileri, o zamana kadar Avrupalıların karşılaşmadıkları 300 seyyar top ve etkin tüfek kullanımı sayesinde, Macar ordusunun esas gücü olan ağır süvarilerini kısa sürede kaybetmelerini takiben, ağır bir Macar yenilgisi ile sonuçlanmış, Osmanlılar Macarları hezimete uğratmıştır. Savaş iki saat kadar sürmüştür (bilinenin aksine bu savaş dünya tarihinin değil Osmanlı tarihinin en kısa süren savaşı. Dünya’nın en kısa savaşı 40 dakikalık bir süre ile kayıtlı İngiliz-Zanzibar Savaşıdır). Macar direnci çöktükten sonra, Osmanlı İmparatorluğu Balkanlar'da seçkin güç oldu.


Papalık tarafından o günkü Osmanlı akınlarına karşı son kalkan olarak görülen Macaristan'ın büyük bir kesiminin Osmanlı hakimiyeti altına girmesi açısından önemlidir. Bu savaşla birlikte, II. Viyana Kuşatması'na kadar, Orta Avrupa ve Balkanlar'daki Osmanlı varlığı yerleşiklik kazanmıştır. Muharebe esnasında kaçmaya çalışan Macar kralı II. Lajos'un tıpkı diğer kaçan askerleri gibi savaş meydanına yakın bir bataklıkta boğulup ölmesi üzerine Macar tahtı vârissiz kalmıştı. İstolni Belgrad’da toplanan Macar dieti (asiller meclisi) Erdel voyvodası Yanoş Zapolya'yı Macar kralı seçti. Macar asillerinin bir kısmının bu durumu kabullenmeyerek Habsburg hanedanından Avusturya Arşidükü I. Ferdinand'ı kral seçmeleri, 1528'de Yanoş Zapolya'nın Osmanlı Devletinden yardım istemesine neden olacak ve ilerleyen yıllarda yaşanacak olan Osmanlı – Avusturya Savaşlarına ve I. Viyana Kuşatması'na yol açacaktı.


I. Viyana Kuşatması

Kanuni Sultan Süleyman İstanbul'a döndükten sonra harekete geçen Ferdinand, Bratislava'da Osmanlılara karşı olan asillerden teşekkül ettirilmiş bir diet meclisi toplayarak kendini Macaristan ve Bohemya kralı ilan ettirdi. Ağabeyi Habsburg imparatoru Şarlken’in de desteğini alarak iyice güçlenen Ferdinand, Tokay meydan muharebesinde Zapolya'yı yenerek Budapeşte'yi (Budin) almış ve Macaristan'ın büyük bir kısmını ele geçirmişti. Bunun üzerine Zapolya, Kanuni Sultan Süleyman'dan yardım istedi. Kanuni Sultan Süleyman, Mohaç zaferi ve kılıç hakkıyla zapt ettiği geniş Macaristan ülkelerinin Alman asıllı bir hükümdarın eline geçmesine müsaade edemezdi. Bu, Osmanlı Devleti için vahim neticeler doğurabilirdi. Sultan Süleyman sefer hazırlıklarıyla meşgulken, Macaristan'dan fethedilen arazinin geri verilmesi karşılığında barış yapmak isteğiyle Ferdinand'ın elçileri geldi. Fakat Almanları, Budin ve Macaristan'dan çıkarıp atmak, Ferdinand'a gözdağı vermek, bulunabilirse, Alman ordusunu yakalayıp yok etmek arzusunda olan Süleyman, o zamanın adetleri gereği elçileri tevkif ettirdi (tutukladı). Hazırlıklarını tamamladıktan sonra serbest bırakıp savaş için yola çıktığını söyleyip Ferdinand'a gönderdi.


10 Mayıs 1529'da İstanbul'dan yola çıkan Kanuni Sultan Süleyman 20 Haziran'da Sofya'ya ve 18 Ağustos da Mohaç ovasına ulaştı. Zapolya da 6.000 Macar askeri ile (kaynaklarda sayısı değişkenlik gösterdiğinden mütevellit) 80.000 ila 120.000 kişilik orduya katıldı ve burada padişahın elini öptü. Eylül'de Budin'i kuşatan Kanuni Sultan Süleyman, teslim teklifinin reddedilmesi üzerine şiddetli bir muhasara savaşına başladı. 8 Eylül'de Budin kalesinin kapılarından biri ele geçirilip genel hücum başlatılınca, ümit kalmadığını anlayan müdâfiler, hayatlarına dokunulmamak şartıyla kaleyi teslim ettiler. Kısa zamanda gösterilen bu muvaffakiyet karşısında, Osmanlı hâkimiyetine daha fazla karşı duramayacağını anlayan Boğdan voyvodası IV. Petru Rareş de ordugâha gelerek bir tabiiyet antlaşması imzaladı. Elbasan sancakbeyi Hasan Bey'i Budin'de muhafız bırakan Kanunî, 12 Eylül'de Macar taht şehrinden ayrılıp Viyana üzerine yürüdü. Bu arada Ferdinand'ın adamları tarafından kaçırılmak üzereyken İzvornik sancakbeyi Sultanzâde Bâli Bey'in ele geçirdiği Macar kraliyet tacı, yeniçeri sekbanbaşısı tarafından Zapolya’ya giydirildi. 27 Eylül'de Viyana önlerine gelen Osmanlı ordusu, Avusturya Arşidüklüğü'nün başkentini kuşatmaya başladı.

Kaleyi muhasaraya başlayan Kanunî Sultan Süleyman, on yedi gün boyunca döverek, şehrin surlarını iyice tahrip etmişti. Bu sırada bir Osmanlı güllesinin isabetiyle kale komutanı Kont Salm de ölmüştü. Bununla birlikte kuşatma uzuyor; kış aylarının tahrip edici etkisi ve beklenen top mühimmatının gecikmesi Osmanlı ordusu için kuşatma şartlarını zorlaştırıyordu. Çevreden aldığı istihbaratlar sonunda Viyana'ya yüz elli kilometre uzaktaki Linz'de bir Alman ordusunun toplandığı anlaşılınca, Kanunî, orduya muhasarayı kaldırma emrini verdi. Aynı zamanda çeşitli beyler kumandasındaki akıncı kuvvetlerini akına göndererek, Avusturya, Güney Almanya (Bavyera), Moravya, Bohemya, Yukarı Macaristan (şimdiki Slovakya), Silezya ve Slovenya gibi Habsburg'lara bağlı ülkelerde saldırılar düzenletti. 16 Ekim'de Viyana önlerinden hareket eden ordu, 25 Ekim'de Budin'e, 16 Aralık'ta da İstanbul'a döndü.

1529 Viyana Kuşatması’nda Osmanlı ordusunu ve Viyana şehrini gösteren gravür (Kreutel – Prokosch, s. 47)


Alman Seferi

Alman Seferi, 1532-1533 yıllarında Kanuni Sultan Süleyman komutanlığındaki Osmanlı ordularının Alman toprakları üzerine yaptığı seferdir. Osmanlı Devleti; Alman idaresindeki Macar topraklarını almak, Alman gücünü kırmak ve birçok bölge feth etmek için savaş ilan etmişti. Bazı kaynaklara göre hedeflerin arasında Viyana'nın tekrar kuşatılıp fethedilmesi vardı. Osmanlı Ordusu, yaklaşık 120,000 asker ve 400 toptan oluşuyordu. Belgrad'ı geçtiklerinde Kırım Hanının ordusu da orduya katıldı. Böylece Osmanlı ordusuna da ki asker sayısı 150 bine ulaştı. Osmanlı ordusu çok kolay bir şekilde Alman idaresindeki Macar topraklarına girdi. Yakınlarında herhangi bir Alman ordusu bulunmuyordu ve Almanlar da Osmanlı ile savaşmayı hiç istemiyordu. Süleyman ise kesin zaferin büyük bir meydan muharebesi ile mümkün olacağını düşünüyordu. İmparator V. Karl'ı meydan savaşına davet etti. Fakat Alman İmparatoru cevap vermedi. Bunun üzerine çok ağır sözlerle dolu mektuplar yolladı. Ama yine cevap alamadı.


Sultan Süleyman, Alman ordusunu meydan savaşına davet ederken bazı kaleleri de fethetmişti. Kanije, Güns gibi önemli kaleler Almanlardan alındı. Kısa süre içinde Alman idaresinde hiçbir Macar toprağı kalmadı. Türk akıncıları küçük Alman birliklerini de imha etmişti. Avrupa devletleri de oldukça endişelenmiş, Osmanlı ordusunun tekrar Viyana yönüne saldırmalarından korkuyorlardı. Nitekim bir süre sonra Osmanlı Ordusu, Avusturya topraklarında taarruzu başlattı. Bu bölgede de bazı kaleleri ele geçirdi. Graz fethedildi. Haçlılar korkuya kapılmıştı. Gene de bir ittifak kurup Osmanlılara saldırmayı düşünmüyorlardı. Ancak yardımlarına Anadolu da ki isyanlar yetişti. Anadolu’dan isyan haberleri geliyordu ve önü kesilmezse ciddi bir tehlike haline gelecekti. Bunun farkında olan Süleyman, zaten baştan beri barış anlaşması için yalvaran Avrupalılarla masaya oturdu ve Osmanlı Devleti ile Kutsal Roma Germen İmparatorluğu arasında İstanbul Antlaşması imzalandı. Bu anlaşmaya göre Osmanlılar fethettiği bütün bölgelere sahip oluyor, Almanlar Macaristan'dan tamamen vazgeçiyor, çok önemli kaleler Osmanlı idaresine giriyor, Almanlar Osmanlılara yılda 30.000 duka altın haraç ödemek zorunda kalıyor ve Alman imparatoru, Osmanlı imparatorundan aşağı sayılıyordu. Bu yenilgi, Alman halkını derinden üzdü. Ama yine de Alman İmparatorluğu, Viyana'nın kaybedilmemesinden dolayı mutlu sayılırdı.

Hızır Hayreddin Paşa (Sonradan Barbarossa) ve Preveze Deniz Savaşı

Belki de adını en çok duyduğumuz Osmanlı denizcisi Barbaros Hayreddin Paşa önceden Akdeniz de ağabeyleri Oruç ve İshak reislerle birlikte korsanlık yapmaktaydılar. Aslında orijinalde ‘’Kızıl Sakal’’ yani Avrupalılarca ‘’Barbarossa’’ lakabını taşıyan Hayreddin Paşa’nın ağabeyi Oruç Reisti. Oruç Reis'in ölmesinin ardından küçük kardeşi Hızır için kullanılan bu isim, Türkçeye Barbaros olarak geçti. Peki bu korsan nasıl oldu da cihan devletinin en ünlü Kaptan-ı Derya’sı oldu?


Ağabeyi Oruç Reis ile birlikte 1516'da ele geçirdikleri yüklü bir gemiyi armağan olarak Piri Reis himayesinde Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim'e gönderdiler. Cihan padişahı da tabi ki bu cömert hediyeyi geri çevirmedi ve adı geçen denizcilere değerli armağanlar gönderdi. Oruç Reis ve Hızır Reis'in, ağabeyleri İshak'ın da kendilerine katılmasından sonra korsanlıkla yetinmeyip Kuzey Afrika'da toprak edinmeye başladılar. 1516-1517'de İspanyollara karşı savaştılar ve Tenes, Tlemsen ve Oran kentlerini ele geçirerek Cezayir'i denetimlerine aldılar. Oruç Reis Cezayir hükümdarı ilan edildi. İspanyollar ertesi yıl Cezayir’i geri almak için Araplarla birleşerek saldırıya geçti. Bu savaşta Hızır Reisin ağabeyleri olan İshak Reis ve Oruç Reis öldürüldü. Hızır Reis, Yavuz Sultan Selim adına para bastırıp hutbe okutarak ona bağlılığını bildirdi. Yavuz Sultan Selim de Hızır Reis’i Cezayir Beylerbeyliğine atayarak koruması altına aldı. Fakat Hızır Reis burayı fazla elinde tutamadı ve Cicel’e çekilmek zorunda kaldı. Daha sonra 1525 yılında Cezayir’i tekrar ele geçirdi. Sultan Süleyman'ın Alman seferi sırasında Andrea Doria'nın Mora kıyılarına saldırması Osmanlıları güç duruma düşürdü. Bunun üzerine Kanuni, Hızır Reis'i İstanbul'a çağırdı ve 1533'te "Hayreddin" adını verdiği Hızır Reis'i Kaptan-ı Derya atadı. Hayreddin Paşa 1534'te Akdeniz'e açıldı ve İtalya kıyılarına seferler düzenleyip Tunus'u ele geçirdi. Ancak Andrea Doria komutasındaki Haçlı donanması karşısında ertesi yıl Tunus’u bırakmak zorunda kaldı ve İstanbul'a döndü. 1536'da daha güçlü bir donanmayla yeniden Akdeniz'e açılan Barbaros, İtalya kıyılarını vurdu ve Ege Denizi'ndeki Venedik adalarını Osmanlı topraklarına kattı. Bunu kabullenemeyen Papalık ve diğer İtalya devletçikleriyle beraber İspanyol İmparatorluğu ‘’Kutsal İttifak’’ adı altında (Venedik Cumhuriyeti, İspanyol İmparatorluğu, Papalık Devleti, Ceneviz Cumhuriyeti, Malta Şövalyeleri), içerisinde 60.000 asker olan; 112 kadırga, 50 kalyon ve 140 barakadan oluşan bir Haçlı donanması topladılar. Başına da açgözlü Andrea Doria’yı geçirdiler. Öte yandan Barbaros Hayreddin Paşa’nın başını çektiği ve Seydi Ali Reis, Turgut Reis ve Sinan Reis gibi Türk Denizcilik Tarihinde önemli yeri olan denizciler,122 kadırga ve galyotun içerisinde 3000 yeniçeri ve 8000 leventin (Osmanlı denizci birliği) olduğu Osmanlı donanmasına komutanlık ediyorlardı. 28 Eylül 1538 tarihinde Yunanistan'ın kuzeybatısındaki Preveze de Osmanlı donanması ve Papa III.Paulus'un çabalarıyla bir araya gelen Haçlı donanması karşı karşıya geldi. Barbaros Hayreddin Paşa hiç görülmemiş bir şey yaptı o gün. Türklerin tarih sahnesine çıktığından beri kara savaşlarında kullandığı bir taktiği vardı. Benzerliğinden dolayı ‘’Hilal Taktiği’’ adını verdikleri bu taktiği ne hikmetse o kadar savaşmalarına rağmen azılı düşmanları Çinlilerin her defasında bu hileye yenik düştüğü ve ne zamanki Türkler Avrupa’nın kapısını çaldı, o zamandan beride Avrupalıların yenik düştüğü (örn:Mohaç Savaşı) ve çaresini bir türlü bulamadıkları bu taktiği Barbaros Hızır Hayreddin Paşa şapka çıkartılacak cinsten bir şekilde denizde kullandı ve yenilgiye aç Amiral Andrea Doria komutasındaki Haçlı Donanması'nı imha etti. Bu savaşta Osmanlı hiç gemi kaybetmezken Haçlıların 13 gemisi denizin derin sularını boyladı. Ayrıca Osmanlı 400 can kaybedip 800 yaralıyla Haçlılara nazaran burnu bile kanamadan bu savaşı kazanırken Haçlıların 3000 askerini 36 gemi ile birlikte esir ediyordu. Bu deniz muharebesi sonucunda Akdeniz'de Osmanlı Donanması'na karşı koyabilecek bir donanma kalmadı ve Akdeniz de Türk hakimiyeti başlamış oldu. Ders kitaplarındaki tabirle Akdeniz Türk gölü haline geldi.

Preveze Deniz Muharebesi’ni tasvir eden Osman Nûri Paşa’nın yağlı boya tablosu (İstanbul Deniz Müzesi)

Irakeyn Seferi

Osmanlı ordusunun doğuya yönelik en büyük ve en uzun süreli askeri harekatlarından biridir. Irâk-ı Acem olarak adlandırılan İran'ın kuzeybatı kesimiyle, Irâk-ı Arap olarak adlandırılan Bağdat ve yöresine girilmesi sebebiyle tarihi kaynaklarda Irakeyn (İki Irak) Seferi olarak adlandırılmıştır.


Osmanlı Devleti batıda Avrupa devletleriyle savaşırken doğuda; Avrupalılarla birlik yapan Şii Safevi devleti Osmanlı sınırlarını aşarak Sünni halkı rahatsız etmekteydi. Celalileri kullanarak isyan çıkartan Şah Tahmasb'ın bu düşmanca davranışları üzerine Sultan Süleyman harekete geçti. 1 Temmuz 1535'te Tebriz’e gelen Osmanlı Sultanı, devamlı kaçan Şah Tahmasb’ı takip için İran içerisine girdiyse de karşı çıkan olmadı. Avrupa devletlerinden ve Safevilerden elçi heyetlerini kabul eden, Sultan Süleyman, dönüşünde de dini önem edinen yerleri görerek 8 Ocak 1536'da İstanbul’a geldi.


Osmanlı tarihinin doğuya yönelik bu en uzun ve büyük askerî harekâtı sonucunda Bağdat, Basra ve civarında Osmanlı hakimiyeti başlamıştır.


Korfu Seferi

Korfu Seferi, I. Süleyman'ın 1537 yazında Korfu Adasına yaptığı seferdir. Sefer sırasında Korfu adası ve diğer adalar alınmaya çalışılmış, Korfu adası alınamamış Şira, Patmos, Naksos adaları ise Barbaros Hayreddin Paşa tarafından fethedilmiştir.


Karaboğdan Seferi

Kanuni Sultan Süleyman'ın Türk ordusunun başında çıktığı on üç seferden sekizincisidir.


Osmanlı'ya vergi ödemeyen ve isyan eden Boğdan Voyvodası Petru Rareş üzerine yapılmış bir seferdir. Osmanlı ordusunun harekâtı karşısında Rares, Transilvanya içlerine doğru kaçmaktan başka bir çare bulamamıştı. Osmanlı ordusu ise Yas şehrini yakıp yıktığı gibi 16 Eylül 1538'de Voyvodanın merkezi olan Suceva şehrini de alır. Bu seferin sonunda Osmanlılar, Prut ile Dinyester nehirleri arasında kalan yerleri ellerine geçirmişlerdi. Elde edilen bu yerler, bir sancak haline getirilmişti. Boğdan Seferi Süleyman'ın en kısa süren seferlerinden birisidir.


Not = Sultan Süleyman'ın komuta ettiği 13 Sefer-i Hümayundan sekizincisini teşkil eden Karaboğdan Seferi, diğer 12'sinden farklı olarak, yabancı bir ülkeye değil bağlı (metbu) addedilen bir devlete karşı cezalandırma amaçlı düzenlendi.


Hint Deniz Seferleri

Coğrafi keşifler ile birlikte Avrupalılar yeni kıtalar bulmakla kalmıyordu, aynı zamanda yeni ticaret yolları da buluyorlardı. Bu durum ‘’Eski Dünya’nın’’ kadim ticaret yollarını (İpek Yolu, Baharat Yolu) bin bir güçlükle ele geçiren Türklere yani Osmanlıların zararınaydı. Çünkü bu eski ticaret yollarını elinde bulundurması demek, doğu ve batı arasında köprü kurması anlamına geliyordu ve bu ticaret yolunu kullanan tüccarlardan vergi alıyordu. Zaten coğrafi keşifler tabiri caizse köşeye sıkışmış (doğuda ki düşmanlardan ötürü küçük bir alanda birbirleriyle savaşıyorlardı) Avrupalıları yeni yerler keşfetmeye zorluyordu. En sonunda Kristof Kolomb önderliğinde (ders kitaplarındaki bilgilerin aksine Amerika’yı Kolomb’tan 500 yıl önce Eric Thorvaldsson/Kızıl Eric’in oğlu Leif Ericsson keşfetmiş ve burada yerleşimler kurmuştur. Bu konuyu başka bir yazımızda ele alacağız) coğrafi keşifler başlamıştı. Bu kaşiflerden biri 1488’de Ümit Burnu’nu keşfeden Portekizli kâşif Bartolomeu Dias’tı. Bu keşiften sonra Avrupalılar doğuya uzanan yeni bir deniz-ticaret yolu bulmuşlardı ve artık Osmanlılara geçiş vergisi gibi vergiler ödemek zorunda değillerdi.


Vasco de Gama'nın 1498 yılında Afrika'nın güneyini dolaşarak, Atlas Okanus'ndan Hint Okyanusu’na geçmesinden sonra, Portekizliler Hint Okyanusu'nda güçlü bir donanma oluşturmuş, Kızıldeniz ve Basra Körfezi'nin Hint Okyanusuna açılan ağızlarının denetimini ele geçirmiş, o zamana kadar Güney Asya mallarının Avrupa’ya ulaşmasında önemli rolü olan Baharat Yolu'nu işlevsiz bırakmışlardı. Ayrıca burada sömürgeleştirmeye çalıştıkları halk Müslüman halktı. Bu yüzden I. Selim döneminden beri Hindistan'ın batısındaki Gucerat Sultanlığı (15. yüzyıl başlarında, günümüzde Hindistan'ın Gucerat eyaletinde kurulmuş bir ortaçağ Müslüman Rajput krallığıdır.) da Osmanlı İmparatorluğu'ndan Portekizlilere karşı yardım talebinde bulunuyordu. Gelelim mevzu bahis tarih olan 1538’e. 1538 yılından itibaren bir Osmanlı donanması Hint Okyanusuna gönderildi ve okyanusta Osmanlı-Portekiz savaşları başladı. Bu seferler Hadım Süleyman Paşa (1538), Piri Reis (1551), Murat Reis (1552) ve Seydi Ali Reis (1553) tarafından gerçekleştirildi. Ancak bu seferlerden bir netice elde edilmedi. Hint Deniz Seferlerinin başarısız olmasında Osmanlı Devleti’nin bölgenin önemini tam olarak kavrayamaması, Osmanlı gemilerinin açık denizlere dayanıklı olmaması ve bölge halkının tam destek vermemesi etkili oldu. Hint Deniz Seferleri sonucunda Kanuni Dönemi’nde; Arap Yarımadası, Kızıl Deniz ve Basra Körfezi’nin denetimi Osmanlı’ya geçti. Kızıldeniz bir iç deniz oldu. Portekizlilerin Hint Okyanusu’ndaki varlıkları sona erdirilemedi. Ancak Yemen, Eritre, Sudan sahilleri ve Habeşistan’ın bir kısmı ele geçirildi. Hint Deniz Seferleri oldukça büyük zorluklarla yapıldığı gibi, Osmanlı devletini ekonomik açıdan da olumsuz etkiledi.

Hint Deniz Seferlerinin güzergahı


Budin Kuşatması (İstabur Seferi)

İstabur Seferi, I. Süleyman'ın 1541'de Avusturya üzerine yapmış olduğu seferdir. Sefer Osmanlı'nın zaferi ile bitmiştir. Jan Zapolya'nın ölüp yerine oğlu Sigismund'un geçmesini fırsat bilen Ferdinand Budin'i kuşattı. Sonuçta Macaristan'a yeni bir sefer yapılma mecburiyeti doğar. Osmanlı hükümdarı, 1541 senesinin İlkbaharında bizzat kendisi sefere çıkar asıl ordunun yaklaşmakta olduğunu duyan Ferdinand kuvvetleri, bir gece gizlice kaçmak istedilerse de imha edilirler ve ordugahları da Türklerin eline geçer. Başkomutanları Rokendorf Komaran'da öldürülür. Bu savaş esnasında Avusturyalılar, ordugahlarının etrafına hendekler kazıp manialar koydukları ve "Istabur - Tabur" adı verilen istihkâmları yapmışlardı. Sultan Süleyman'ın bu dördüncü Macaristan seferine İstabur Seferi adı verilmiştir. Bu seferle Macaristan doğrudan doğruya Osmanlı topraklarına katıldı.


Estergon’un Fethi

Ferdinand, değişik milletlerden oluşan yaklaşık 80.000 kişilik bir ordu toplamıştı. Ferdinand'ın bu büyük hareketini Fransız elçisi vasıtasıyla haber alan Osmanlılar, Budin'e yardim göndermek için derhal hazırlıklara başlarlar. Peşte kuşatmasının duyulması üzerine gerekli hazırlıklarını tamamlayan Sultan Süleyman, 23 Nisan 1543'te İstanbul'dan Macaristan üzerine hareket eder. Bu sırada önden gönderilen Osmanlı kuvvetleri ile hudut beyleri Nana ve Valpo gibi önemli iki kaleyi zapt ettikten sonra Sikloş'u kuşatırlar. Bu sıralarda Ösek'e gelmiş bulunan sultan, Sikloş'un kuşatılmasına yardıma gider. Böylece kale 8 Temmuz 1543'te alınır. Bu arada Peç şehri de teslim olmuştu. Bundan sonra sultan Budin'e gelir. Ardından Estergon üzerine varılır. Böylece şiddetli bir muharebe başlar. Dayanamayacaklarını anlayan kaledekiler, bir heyet göndererek 10 Ağustos 1543'te teslim olurlar. Estergon'un fethi ile sonuçlanan bu seferde Ferdinand'ın elinden eski Macar krallarının merkezi olan Estergon ve Budin'in güney-batısında bazı yerler alınır.


1548-1549 Osmanlı-Safevî Savaşı

Sultan Süleyman , Avusturya seferinde iken Safevi Şahı I. Tahmasb Tebriz, Nahçıvan ve Van'ı ele geçirdi. Ayrıca Şii hakimiyetini de güçlü bir şekilde tesis etmiş, hatta bölgeye "halife" adlı casuslar bile göndermişti. Tahmasb'ın kardeşi Elkas Mirza ise Safevi Devleti tahtına çıkmak istiyordu. İsyan etti, fakat başarılı olamayarak I. Süleyman'a sığındı. Bu gelişmelerden haberdar olan Tahmasb da ordusunu topladı. Tebriz'deki İran Şahı I. Tahmasb padişahın Hoy'a geldiğini öğrenince bütün şehri tahliye ettirir ve kendiside Kazvin'e kaçar. 27 Temmuz 1548 tarihinde padişah zorlanmadan Tebriz'i işgal eder. I. Süleyman şehirde 5 gün kaldıktan sonra Van'a geçer ve kaleyi kuşatır. 25 Ağustosta Van kalesi alınır. 29 Eylülde padişah Diyarbakır'a 25 Kasımda Halep'e geçip kışı burada geçirir. Sultan Süleyman 21 Aralık tarihinde İstanbul'a döndü.


Trablus Kuşatması

Kaptan-ı derya Sinan Paşa yönetiminde olan ve Salih Reis ile Turgut Reis'in eşlik ettiği donanmanın, temmuz 1551'de Gozo adasını ele geçirdikten sonra, 18 Temmuz 1551 günü Malta adasına yaptığı saldırı başarısızlıkla sonuçlandı. Kısa bir süre sonra ise, iki ülke arasındaki ittifak gereğince Osmanlı askerlerine ek olarak Fransa Krallığı'nın İstanbul elçisi Gabriel de Luetz'ün de iki kadırga ve bir galyot ile destek verdiği kuvvetler, Malta Şövalyeleri'nin kontrolündeki Trablus'u kuşattı. Sinan Paşa komutasındaki gemiler, altı gün kadar süren bombardımanın ardından, 14-15 Ağustos 1551 günlerinde şehri ele geçirdi. Tacura'yı üs edinmiş olan Murad Ağa da saldırıya karadan ve denizden destek verdi.


Nahcivan Seferi

Safeviler 1553 yılında tekrar saldırıya geçti ve Erzurum'u kuşattı. Bunun üzerine Süleyman 12. Seferini de (1553-1555) Azerbaycan'a yaptı. 1554 yılında Osmanlı Ordusu Kars'a geldikten sonra, Erivan, Nahcivan ve Karabağ'ı alarak yakıp yıkmıştı. Şah Tahmasb, o sırada ordusu ile Amasya'ya dönmüş olan Kanuni Süleyman'a elçi göndererek mektupla barış istemiştir. 1555 yılında yapılan Amasya Antlaşması'na göre Bağdat ve Gürcistan'ın bir bölümü Osmanlılar'a bırakıldı. Osmanlı İmparatorluğu ile Safevi İmparatorluğu arasında yapılan ilk yazılı antlaşmadır. Böylece sonuçlanmış olan İran Savaşları, Osmanlı Devleti'ne Anadolu'nun savunulması bakımından önemli olan Doğu Anadolu'yu kazandırmış ve Hint ticaret yolunun geçtiği Irak arazisinin ele geçirilmesini sağlamıştır.


Cerbe Deniz Savaşı

Cerbe Deniz Muharebesi 1560 yılının Mayıs ayında Tunus'un Cerbe Adası açıklarında Kaptan-ı Derya Piyale Paşa kumandası altındaki Osmanlı Donanmasıyla İspanyol kuvvetlerinin başını çektiği bir Haçlı Donanması arasında yapılmış bir deniz savaşıdır. Osmanlıların büyük bir zafer kazandığı bu savaşta Haçlı gemilerinin yarısı batırılmıştır. Cerbe Muharebesi'nde alınan zafer ile Osmanlıların Akdeniz'de 22 yıl önce Preveze Zaferi ile başlayan hakimiyeti zirve noktasına ulaşmıştır. Birkaç yıl sonra 1565'te Osmanlı Donanması, Rodos'tan kaçan Hospitaler Şövalyeleri'nin yeni üssü olan Malta Adası'nı kuşatmış, fakat bu defa başarılı olamamıştır. Türklerin denizlerdeki yenilmezliği 1571 yılındaki İnebahtı faciasına kadar devam etmiştir.


Malta Kuşatması

Osmanlılar Malta şövalyelerinin Akdeniz’de Müslüman hacılara, tüccar ve yolculara verdikleri zararlar sebebiyle adanın alınmasını kararlaştırdılar. Bu sebepler, serdar tayin edilen beşinci vezir Mustafa Paşa’ya verilen 23 Mart 1565 tarihli serdarlık beratında ve Cezayir Beylerbeyi Hasan Paşa ile Trablusgarp Beylerbeyi Turgut Paşa‘ya gönderilen fermanlarda da belirtilir. Kumandanlığına Piyâle Paşa’nın getirildiği donanmada, yaklaşık 240 gemi bulunuyordu ve Akdeniz’deki bütün gönüllü reislerin bu sefere katılmaları emredilmişti. Ayrıca Anadolu ve Rumeli’deki yirmi beş sancağın askeri yanında gönüllü cenkçilerin de sefere katılması sağlandı. Böylece Osmanlı ordusunda yeniçeriler dahil 35.000 civarında kara askeri yer alıyordu. Donanma için sadece Mısır’dan 3500 kantar barut hazırlanması istendiği gibi yine Modon ve Trablusgarp’tan barut, diğer yerlerden top yuvalağı ve peksimet hazırlığına girişildi. Fakat bunca hazırlık boşa giderek 4 aylık kuşatmada Osmanlı ordusu sayıca üstün olmasına rağmen (Osmanlı kuvvetleri 24.000 kişiden oluşurken Hospitalier Şövalyeleri yalnızca 6.100 kişiden oluşmaktaydı) Malta’yı fethedememiş ve sonuç olarak Osmanlı ordusunun yaklaşık 100 yıl süren yenilmezliğinin (deniz seferleri) sona ermesi Avrupa'da büyük bir moral-motivasyon artışına sebebiyet vermiştir. Öte yandan Malta Şövalyeleri uzun bir süre doğu Akdeniz'deki Türk sahillerine saldıramamışlardır.


Zigetvar Seferi

Avusturya Arşidükü Maksimilyan'ın İstanbul Antlaşması'nı bozması, vergisini ödememesi ve Erdel'e girmesi üzerine Süleyman tüm itirazlara rağmen ordusunun başında sefere çıktı. Bu onun son seferi olacaktı.


Padişah bizzat sefere çıkmadan iki ay önce, ikinci vezir Pertev Paşa, emrindeki Osmanlı askerleri ile destek için gelen Eflak, Boğdan ve Kırım kuvvetleriyle birleşerek Erdel taraflarındaki Göle'yi fetih ve Tokay ile Zatmar'ı geri almakla görevlendirildi. Bir müddet sonra padişahın komutasındaki ordu da Belgrad yoluyla Macaristan topraklarına geldi. Burada Eğri kalesinin fethedilmesi kararlaştırılıp askerler o tarafa sevk edildiği sırada Zigetvar beyi Zirinyi Mikloş tarafından Tırhala sancakbeyi ve oğlunun Sikloş'da şehit edildiği haberinin gelmesi üzerine ordu geri çevrilerek Zigetvar kalesi üzerine gidildi. Osmanlı ordusu 5 Ağustos 1566 tarihinde Zigetvar’ın önlerine vardı. Zigetvar Kalesi önlerine gelince şehrin kuşatılmasını emreden padişahın otağı kuşatmaya hâkim bir yer olan şehrin kuzeyindeki bir tepe üzerinde kuruldu. Padişah hastalığının giderek artmasına rağmen kuşatmayı dikkatle takip etmekteydi. Fakat burada savaş meydanında iken şanına yakışır bir şekilde 6-7 Eylül 1566 gecesi hayata gözlerini yumdu, kalenin alındığını göremedi. Ölümünden bir gün sonrada Zigetvar fethedildi.


Bilinmesi Gerekenler


Fransızlara verilen Kapitülasyonlar

‘’Habsburglar’la yakınlaşan Macaristan'ı, kendisine yönelik tehdit olarak gören Osmanlı Devleti'nin, bu konudaki endişelerini giderecek taleplerini içeren anlaşma girişimlerinin sonuçsuz kalması üzerine, askeri güç kullanma kararı almasının sonucuna ek olarak Kanuni'nin Macar seferine karar vermesine, Kutsal Roma Germen İmparatorluğu V. Karl ile Fransa kralı I. François (Fransuva) arasındaki rekabet sebep oldu. I. François'nın Pavia'da, V. Karl'a yenilerek esir düşmesi üzerine, François'nın annesi Louise de Savoie, Chancelier Dupart'ın etkisiyle, İstanbul'a elçi göndererek Kanuni'den, oğlunun kurtarılması için yardım istedi. Kanuni, V. Karl'ın gücünü kırmak için bu yardım teklifini olumlu karşıladı; …’’ Mohaç Muharebesi bölümünden alıntıladığımız bu kısımdan da anlaşılacağı üzere Fransızlar ve Osmanlılar ortak düşmana sahipler. Bu, onları müttefik olmaya itiyordu. O dönem Alman ülkesinin başında Avrupa tarihinde önemli bir yere sahip olan, zamanında yaklaşık 13 ülkenin krallığını (Kutsal Roma Germen İmparatorluğu, Macaristan Krallığı, Portekiz Kralı, Avusturya Kralı, İspanya Kralı, Meksika İmparatoru vs.) yapmış olan güçlü Habsburg Hanedanı vardı. Gerek Habsburg Hanedanı’nı zayıflatmak için, gerek neredeyse kurulduğundan beri karşı karşıya kaldığı Haçlı İttifakını parçalamak için, gerekse Coğrafi Keşifler sonrası Osmanlı sularından okyanus yollarını tercih eden ticaret gemilerini Akdeniz'e geri çekmek için Fransızlarla o dönemde yakınlaşılmış ve kapitülasyonlar (bir ülkede, yurttaşların zararına olarak, yabancılara verilen ayrıcalık hakları) verilmiştir. Hatta eş güdümlü olarak İtalya seferine çıkılmak istenilmiş lakin iki devletinde içerde ve dışarda yaşadığı problemlerden ötürü bu plan bir türlü yürürlüğe girememiştir. Verilen bu kapitülasyonları maddeler halinde özetlemek gerekirse;

- Avrupa'da kurulmakta olan Hıristiyan birliğini bölmek.

- Coğrafi Keşifler sonrası Osmanlı sularından okyanus yollarını tercih eden. ticaret gemilerini Akdeniz'e geri çekmek.

- Osmanlı'nın Avrupa'da ilerlemesini hızlandırmak.

- Gümrük vergisi gelirlerini artırmak.

- Almanya'ya karşı Fransa'nın desteğini almak.


Gibi nedenlerden ötürü 1535 yılında Kanuni Sultan Süleyman tarafından Fransızlara kapitülasyonlar verildi. Bu anlaşmanın en önemli maddelerinden biri, anlaşmanın iki tarafın da hükümdarları ölene kadar geçerli olacağıdır. Kanuni'nin bu maddeyi eklemesinin sebebi ölümünden sonra kapitülasyonların Osmanlı aleyhine dönmesini engellemektir. Fakat bu bir işe yaramayacak ve ileride verilen bu ve buna benzer kapitülasyonların sayısı artarak Osmanlı ekonomisine ciddi anlamda zarar verecek.


Not = Osmanlı tarihinde verilen ilk kapitülasyonlar Fatih zamanında Venediklilere verilmiştir.


Not 2 = Kapitülasyonların tamamen kaldırılması 1923 yılında Lozan Anlaşması sayesinde olmuştur.


Muhibbi (Sultan Süleyman) ve Roxelana (Hürrem Sultan) Aşkı

Alman barok ressam Anton Hickel'in "Roxelana ve Sultan" adlı tablosu, 1780


Hürrem’in Topkapı Sarayı'na gelene kadarki yaşamı hakkında kesin bir bilgi yoktur. Lehistan Krallığı'nın sınırları içerisinde bulunan Rutenya (bugünkü Ukrayna)'da 1504 yılında doğduğu rivayetler arasındadır, Tatar akıncılar tarafından 1520 tarihinde 15'li yaşlarında Rutenya'den kaçırıldığı, Kırım Hanı'nın himayesine girdikten sonra Topkapı Sarayı'na sunulduğu tarihçiler ve yazarlar tarafından kabul görmüş bir rivayettir. Geçmişi ne olursa olsun saraya bir şekidle girmiş ve Süleyman’ı kendine aşık ettirmiştir. Bir bakıma Osmanlıda ‘’Kadın Saltanatı’’ dönemi onun sayesinde başlamıştır hatta başlangıcını Hürrem’in zamanı olarak kabul edebiliriz. Çünkü Süleyman, gerçekten yeri geldiği zaman aşkından kör olma noktasına geliyordu. Bu durum bir İtalyan atasözünü akıllara getiriyor ‘’ Erkek saltanatını sürer, yöneten ise kadındır’’. Öyle ki bu aşk Kanuni’ye sadece zararda sağlamamıştır, edebi yönüne ışık tutmuş ve Hürrem Sultan’a yazdığı divan şiirleri günümüze kadar gelmiştir. Bu gazellerden biri şöyledir:


"Ey benim gülen yüzüm, sevgilim,

Senin güzelliğin dünyaya dedikodudur,

Bu ne güzellik? Bu ne yüz? Bu ne güldür?

Acaba saçın amberi görüp mis kokulu olmuş?

Bu ne saç, bu ne kahkül, bu ne zülüftür?

Aklım saçının kokusuyla doludur,

Bu ne güzel koku, bu ne ıtır, bu ne hoştur?

Gözyaşı dalgalarım taşıp başımdan aştı,

Bu ne deniz, bu ne ırmak, bu ne nehirdir?

Muhibbi ansızın divane oldu,

Bu ne aşktır, bu ne derttir, bu ne huydur?"


Hürrem Sultan’a duyduğu aşktan dolayı Süleyman bir geleneği bozarak, cariye olan Hürrem ile nikah kıymıştır. Hürrem cesareti ve zekasıyla kısa sürede sarayda yükselmiş ve en nüfuzlu kadın haline gelmiştir. Öyle ki devlet işlerine karışır hale gelmiştir (Pargalı’nın öldürülmesi, Şehzade Mustafa’nın öldürülmesi, Rüstem Paşa’nın sadrazam yapılması vs.). Çok istese de ömrü Valide Sultan olmasına yetmemiştir. Hürrem’in ölümüne çok üzülen cihan padişahı Süleyman, Hürrem’in vefatından sonra günümüzde İran'da bulunan bir şehrin ismini değiştirerek şehre ‘’Hürremabad’’ ismini vermiştir. Şehrin ismi günümüzde de hala aynıdır.


Dünyaya İki İbrahim Geldi

Sadrazam İbrahim Paşa’nın Budin’den getirtip Sultanahmet’teki sarayının önüne diktirdiği üç heykelle ilgili olarak yazılan ve Figanî’nin de mevcut olduğu bir toplantıda okunan;


Do İbrâhîm amed be deyr-i cihân Yekî butşiken şod, yekî butnişân


“Dünyaya iki İbrahim geldi Biri put kırandı, diğeri put diken”


Manasına tekabül eden Farsça beyit O’na mal edildi. Burada adı geçen ilk İbrahim, İslam inancındaki putları kıran Hz. İbrahim, diğeri ise Pargalı İbrahim’dir. Kendisini çekemeyenlerin sadrazama haber vermelerini takiben, Figanî evinden alınıp kırbaçlandı, bir eşeğe ters bindirilip dolaştırıldı ve asıldı.


Pargalı Hain miydi?

Öncelikle ‘’Pargalı kimdir?’’ sorusuna cevap vererek başlayalım. Kesin memleketi bilinmemekle birlikte, çeşitli kaynaklarda Rum, İtalyan ya da Hırvat asıllı olduğu söylenmektedir. Babasının Parga da (bugünkü Yunanistan sınırları içerisinde küçük bir şehir) balıkçı olduğu yazılıdır. Küçük yaşta esir düşerek Manisa'ya getirilen İbrahim, burada Süleyman tarafından alınmış ve ölümüne kadar onun yanından ayrılmamıştır. Belgrad ve Rodos seferlerinde yer almıştır. Süleyman'ın saltanatının başlamasıyla birlikte, hızla yükselerek önce has odabaşı olmuş, daha sonra ise sadrazamlığa yükselmiştir. Bunların yanında Rumeli ile Anadolu Beylerbeyi ve Seraskerlik makamlarının da sahibi olmuştur. Bu yükselişi Süleyman’a borçludur. Kendisini can dostu olarak gördüğü İbrahim’i sadrazamlığa kadar yükselten padişah, o dönem bu hareketleriyle (bir has odabaşının sadrazamlığa getirilmesi o güne kadar görülen bir durum değildi) tepki görmüştür. Bu iyilikleri Pargalı ilerleyen zamanlarında hırstan gözü dönmüş bir biçimde suiistimal edecektir. Gerek doğu seferinde (İran seferi) padişah gibi davranması, elçilere ‘’Sultan Süleyman ben ne dersem onu yapar. Devlette benden güçlüsü yok. Herkes iki dudağımdan çıkacak kelimelere bakıyor, padişah bile.’’ gibi söylemlerde bulunması, gerekse Şehzade Mustafa’ya yakınlığından ötürü iyice gözden düşmüştür. Zaten Doğu seferindeki davranışları alenen isyan demekti lakin Sultan Süleyman bu duruma karşı koymakta duygusal açıdan zorlanıyordu. Fakat en sonunda Pargalı İbrahim Paşa boğularak idam edildi. Şehzade Mustafa’yı taht yarışında desteklediği bilinse de, Süleyman’ı tahttan indirip indirmeye çalışacağı meçhul. Lakin kendisini padişahtan üstün görecek kadar hırsının olduğuna şüphe yok. Zaten bu hırsından dolayı yaptığı yanlışlarla yavaş yavaş kendi sonunu hazırlamıştı.


Evlat Katili Süleyman (Şehzade Mustafa Hain miydi?)

Kanuni Sultan Süleyman, muhtemelen Hürrem Sultan’ın da etkisiyle Şehzade Mustafa’ya karşı daha Manisa’da iken soğuk davranmaya başlamıştı. Şehzade Mustafa, Irakeyn Seferi’nden dönen babasına bir mektup yazarak kendisiyle görüşmek ve özür dilemek için İstanbul’a gelmesine izin verilmesini istemiş, fakat bu isteği kabul edilmemişti. Öte yandan Hürrem Sultan’la iş birliği yapan Rüstem Paşa da Mustafa’yı İran Şahı I. Tahmasb ile gizlice irtibat kuran bir “hain” durumuna düşürmek için bazı tertiplere başvurdu. Şehzadenin mührünü kazdırıp görünüşte onun ağzından yazılan bir mektubu Şah Tahmasb’a göndertmiş, şahın buna verdiği cevabı da yolda ele geçirerek Kanuni’ye sunmuştu. Başlangıçta iddialara inanmayan Kanuni kendisine bu tür şeyler ile gelmemelerini ister. Lakin Şehzade Mustafa da kendi yakınlarındaki devlet adamları tarafından kandırılmıştır. Devlet adamları Şehzadeye '' Hünkarımız tahtı size bırakacak lakin Rüstem Paşa buna engel oluyor. Siz en iyisi sakal bırakın ve tuğ dikin ki babanız niyetinizin olduğu anlasın ve tahtı size bıraksın'' gibi sözlerle kandırmaya çalışmışlardır. Şehzade Mustafa bu laflara inanıp dedikleri şeyi yapmıştır. Sakal bırakıp tuğunu dikmiştir. Sakal bırakmak şehzadelere yasaktır. Çünkü sakal padişah alametidir. Tuğ dikmek de padişah alametidir. Bu iki alametleri yerine getiren şehzade tahtta gözü olduğunu dile getirmiş demektir. Mustafa’nın bu yalanlara kanmasının sebebi şüphesiz dedesi Selim’inde babasının tahtı ona bırakma vakasıdır. Bir Venedik kaynağına göre de Şehzade Mustafa’ya babası adına zehirli hil‘at gönderilmek suretiyle bir suikast girişiminde bile bulunulmuştu.


Mustafa halk arasında ve özellikle başta yeniçeriler olmak üzere askerler tarafından sevilip sayılıyordu. Mustafa da tahta geçme hakkını yitirmemek için bazı girişimlerde bulunmaktan geri kalmamıştı. Nitekim Venedik elçisi Navagero, Mustafa’nın devletin geleceğine hâkim olma bakımından bütün kardeşlerinden daha fazla sevildiğini, yeniçerilerin padişah yahut sadrazamın aksine onu tahtta görmek istediklerini, yeniçeriler arasında büyük üne sahip olduğunu, bu desteğe rağmen babasına karşı harekete geçmemesinin hayret uyandırdığını yazar. Mustafa kardeşlerinin öne çıkması üzerine faaliyete geçti ve Erzurum Beylerbeyi Ayas Paşa’ya başvurup babasından sonra hakkı olan tahta çıkmak için kendisine yardım edilmesini istedi. İran seferi hazırlıkları için Anadolu’ya gönderilen Rüstem Paşa padişaha Mustafa’nın tahtı ele geçirmek için hazırlandığını haber verince Kanuni Sultan Süleyman çözümü büyük oğlunu öldürtmede bularak bunun için gerekli fetvayı müftü Ebüssuûd Efendi’den aldı. Bu gibi gelişmeler sonucunda henüz 38 yaşındayken 6 Ekim 1553 tarihinde Konya, Ereğli civarlarında babası tarafından boğdurularak Hakk’ın rahmetine kavuştu. Padişahın otağına çağırıldığı vakit bembeyaz giyindiği söylenir; kendisine yapılan iftiralardan haberdardır ve masumiyetine bu beyaz kıyafetlerle işaret etmek ister. Cebinden de ölümünden sonra babasının onu öldüreceğini ve babasının çadırına gitmemesi gerektiğini belirten bir mektup çıkar. Bu olaya tanık olan Şehzade Cihangir de olayın duygusal etkisini üzerinden atamadı (zira farklı anneden de olsa ağabeyi Mustafa’ya çok düşkündü) ve hastalandı; babası ile birlikte sefere devam eden genç Şehzade, Halep ’te hayatını kaybetti. Şehzade Mustafa'nın katlinden sonra Konya'da olan annesi Mahidevran Sultan ve ailesi (eşleri, kızları ve oğlu Şehzade Mehmed) Bursa'ya gönderildi. Lakin Şehzade Mustafa'nın ölümünden sonra askerler arasında çıkan "Şehzade Mustafa öldüyse oğlu var, tahta o geçer!" dedikodularını işiten Kanuni torununun da boğdurulmasını emretti ve 7 yaşındaki Şehzade Mehmed babasının ölümünden bir süre sonra boğularak katledilip Şehzade Mustafa'nın yanına defnedildi. Böylece tahta aday olarak Haseki Hürrem Sultan’ın iki oğlu Şehzade Bayezid ve Şehzade Selim kaldı.


Sonuç olarak Şehzade Mustafa’yı tam olarak hainlikle suçlayamayız. Keza Sultan Süleyman’ı da evlat katili olarak aynı şekilde ‘’evlat katili baba’’ olarak suçlayamayız. Çünkü baba-oğul olarak siyasetin oyununa gelmişlerdir. Öte yandan zaten Şehzade Mustafa’nın üzerinden çıkan mektup hiçbir zaman babasına karşı gelme niyetinde olmadığının kanıtıdır. Osmanlı geleneklerinde taht için her şey mubahtır. Kardeş katlinden, evlat katline kadar. Günümüz bakış açısı ile tarihi yorumlamak tarih bilimi içerisinde yapılacak en büyük yanlışlardan biridir. O zamanın şartları bu tür olayları gerektiriyordu. Tabi ki padişahlarda, şehzadelerde bizim gibi canlı, kanlı, duyguları olan insanlardı. Süleyman içinde bu olay zor olmuştur. Fakat dediğimiz gibi günümüzde ne kadar yanlış gözükse de bazı kesimler tarafından, zamanın şartlarından mütevellit taht için her şey mubahtır diyerek böyle bir olay yaşanmıştır.


Osmanlı’nın Altın Çağı

Bir padişahı yalnızca tekil olarak düşünmemek lazım. Kanuni'nin muhteşem olması aynı zamanda dönemi ile ilgilidir. Büyük dedesi Fatih bin yıllık Doğu Roma İmparatorluğu’nun sonunu getirerek Avrupa’ya ilerlemiş; babası Yavuz doğudaki Safevi tehlikesini büyük ölçüde önlemiş, Anadolu da Türk siyasi birliğini sağlamış, Mısır’ı fethederek Memluk Sultanlığına son vermiş ve böylece Kutsal Emanetler ile birlikte İstanbul’a Halife olarak dönüyordu. Aynı zamanda Osmanlı hazinesini ağzına kadar doldurmuş ve donanmayı güçlendirerek oğluna harika bir miras bırakıyordu. Zamanın en önemli mimarları, en önemli mücevher tasarımları, sanat eserleri, ekonomik anlamda Osmanlı'nın yükselişi, coğrafi olarak Avusturya'ya kadar dayanması gibi şeyleri de yan yana koyunca hakikaten Osmanlı’nın en parlak dönemi oluyor. Bu zaman diliminde Kanuni Sultan Süleyman, sadece Doğu ve Batı’da kadim hasımlarına karşı düzenlediği askerî harekâtlarla değil imparatorluğun uç sınırlarında, kuzey-güney ekseninde izlediği etkili politikayla da öne çıkmıştır. Söz konusu siyaset devrin dünya meselelerine müdahaleyi de öngörmüş, en uzak sınırlara kadar uzanmıştır. Osmanlı etkisi bu unutulmuş sınırlarda, gözden ırak bozkır ve çöllerde, uzak denizlerde ağırlıklı biçimde bu dönemde başlamıştır denilebilir. Kuzey Afrika içlerinden Habeşistan’a, Yemen’e, Hindistan’a, kuzeyde Rus steplerine, Polonya’ya kadar uzanan bu etkiye Safevî karşıtı İslâm dünyasının ilgisini de eklemek gerekir. Bâbürlüler, Orta Asya hanlıkları, Hindistan’ın diğer Müslüman sultanlıkları gözlerini batıda gazâ bayrağını temsil eden Sultan Süleyman’a çevirmiştir. İlginç şekilde Şah Tahmasb da “Hazret-i Hünkâr” diye andığı Kanuni Sultan Süleyman’ın gazâ faaliyetini hayranlıkla karşılamış, batıda Hıristiyan dünyasına karşı giriştiği mücadeleler sırasında dinin bir gereği olarak ona karşı herhangi bir düşmanlıkta bulunmadığını dahi belirtmiştir. Cihanşümul bir devlet anlayışının benimsenmesi yanında bunu fiilî olarak uygulamaya koyan Kanuni Sultan Süleyman’ın Batı’daki çağdaşları İmparator V. Karl, I. Ferdinand, Fransa Kralı I. François ve II. Henri, İngiltere Kralı VIII. Henry, Rus Çarı Korkunç İvan gibi hükümdarlar ve krallar, Doğu’da ise Şah Tahmasb, Bâbürlü Hümâyun ve Ekber Şah gibi sultanlar içinde onlarla kıyaslanmayacak ölçüde önemli yer edindiği bir gerçektir. Ayrıca iç reformlar, bürokrasinin klasik şeklini alışı, özellikle kanunların yaygınlaştırılması iç politika itibariyle yeni atılımın beslendiği ana kaynakları oluşturmuştur. Bütün bunlar bir bakıma XVI. yüzyılı Sultan Süleyman çağı haline getirmiştir.

Bununla birlikte Kanuni’nin yarım asra yaklaşan hükümdarlık döneminde sosyal tansiyonun zaman zaman iktidarı zorlayacak dereceye ulaştığı, etkileri ileriki yıllara taşınacak olan türlü olumsuzlukların kaynağını teşkil ettiği de bilinmektedir. Sonraki tarihçilerin romantik bakış ve açıklamalarının gölgesinde kalan bu durum, padişahın bizzat kendisinin oğullarıyla olan münasebetleri ve aile bağlarıyla ilgili sıkıntıların halka yansıması kadar uzun seferlerin yol açtığı malî baskılar, zaman zaman siyasî olayların belirlediği dinî katılaşma ve idareci zümrelerin tavırlarıyla da içten içe sosyal tepkiye yol açacak derecelerde kendini göstermiştir.


İcra ettiği on üç büyük sefere yakışır şekilde savaş meydanında ölümüyle sona eren bu saltanat yılları daha sonraki dönemlerde hiç unutulmamış, onun şahsında Osmanlı Devleti’nin en parlak zamanını yaşadığı kanaati daha torunu tahtta iken yaygınlaşmış ve daima ideal bir devir olarak anılmıştır. Bu düşünce ileriki yıllarda kriz dönemlerinde belirgin hale gelmiş, zamanla bunu nitelemek üzere altın çağ kavramı kullanılmıştır. XIX. yüzyılın tarihteki birtakım devreleri idealleştirme eğilimini Avrupa’daki nakilci meslektaşlarından öğrenen Osmanlı tarihçileri, bunalım zamanlarının ıslahat risâleleri yazarlarının da etkisinde kalarak Kanuni çağını bir Asr-ı saâdet dönemi gibi telakki etmişlerdir.

Kralların Kralı

Kanuni Sultan Süleyman’ın büyük cihangirlik hülyalarıyla beslendiği bilinmektedir. Venedik’e İbrahim Paşa vasıtasıyla büyük bir fâtih olduğunu gösteren dört katlı bir miğfer şeklinde taç siparişi verdirmiş, 1532’de Edirne’ye ulaşan bu tacı yabancı elçilerin önünde giyerek papanın ve imparatorunkilerden daha muhteşem bu taç dolayısıyla onlardan üstün olduğunu göstermeye çalışmıştır.

Kanuni’nin Batı Stilinde Yapılmış Üç Katlı Tacı.


Sonradan Kanuni

Sultan Süleyman, özellikle Batılı tarihçiler tarafından "Magnificent" (Muhteşem) olarak tarif edilmesinin sebebi çağının, Osmanlı'nın altın çağı olarak görülmesi. Ayrıca Süleyman sağlığında da bu unvanla anılıyordu. Buna ek olarak ‘’Grand Turco’’ da derlerdi. Kanuni unvanı ilerleyen yüzyıllarda Osmanlı tarihçileri tarafından ortaya konmuştur.

Muhteşem Yüzyıl Eleştirisi (Dizi)

Muhteşem Yüzyıl, Tims Production tarafından yapılıp önce Show TV sonra da Star TV'de 2011-2014 yılları arasında yayınlanan Türk yapımı tarih-kurgu televizyon dizisi. Dizi, temel olarak Osmanlı İmparatorluğu padişahı Kanuni Sultan Süleyman'ın ve nikahlı eşi Hürrem Sultan'ın hayatı, Hürrem Sultan'ın evlatları için giriştiği taht mücadelesi ve saray hayatı üzerine kurgulanmıştır. Burada tabi ki dizi eleştirmenliği yapmıyoruz. Fakat şunu belirtmek zorundayız: ‘’Tarih, dizi veya filmlerden öğrenilmez’’. Herkes dizi izlerken ‘’dizi izlediğinin’’ farkında olsa zaten hala bugün bu konuyu konuşmazdık. Neymiş efendim yatak sahnesi olur mu, Osmanlıyı kötülüyorlar gibi saçma salak yorumlar yapılıyordu zamanında, ki halen yapılıyor ama yani bu padişah çocuklarını Topkapı Sarayı’na leylekler mi getiriyordu? Tabi ki yatak sahneleri olacak. Bu tür boş eleştiriler hep padişahları peygamber statüsüne yerleştirmiş olan milletimizin cahil kesiminin işidir. Padişahlarda hepimiz gibi insanlardı ve içkide içerlerdi, sevişirlerdi. Osmanlı’nın en dindar padişahı bile gençliğinde uyuşturucu kullanmıştı. Öte yandan dizinin senaristi Meral Okay dizinin bir kurgu olduğunu ve bu sebeple gerçekleri yansıtmak zorunda olmadığını belirtmiştir. Bakın ikidir kurguyu koyu fontla belirtiyorum, çünkü dizi bu yani. Ayrıca ne hikmetse padişahın öpüştüğü sahneleri görünce ayıplayan milletimiz ‘’Too Hot To Handle’’ gibi tamamı ile cinsellik üzerine kurulmuş olan Netflix dizisini Türkiye de Top 10 listesine yerleştirmeyi ihmal etmiyor. Tarih öğrenmek istiyorsanız kitap okuyun! İzleyeceğiniz dizileri de eğlence amaçlı izleyin ve bazı şeylere (özellikle normal olan şeylere) takılmayın.


Sultan Süleyman’ın Ölümü

Osmanlı ordusu 5 Ağustos 1566 tarihinde Zigetvar’ın önlerine vardı. Zigetvar Kalesi önlerine gelince şehrin kuşatılmasını emreden padişahın otağı kuşatmaya hâkim bir yer olan şehrin kuzeyindeki bir tepe üzerinde kuruldu. Padişah hastalığının giderek artmasına rağmen kuşatmayı dikkatle takip etmekteydi. Fakat burada savaş meydanında iken şanına yakışır bir şekilde 6-7 Eylül 1566 gecesi hayata gözlerini yumdu, kalenin alındığını göremedi. Zigetvar Kalesi’nin düşmesinin ardından ordu dönüş için harekete geçtiğinde kırk iki gündür gömülü olan ceset gizlice arabaya konuldu ve yol esnasında padişah yaşıyormuş gibi davranıldı. Nihayet daha önce kendisine haber gönderilen yeni padişah II. Selim’in Belgrad’a gelişi üzerine vefat haberi resmen ilân edildi. İstanbul’a ulaşıldığında cenaze merasimi üçüncü defa 23 Kasım’da Süleymaniye Camii’nde yapıldı, Şeyhülislâm Ebüssuûd Efendi’nin kıldırdığı cenaze namazının ardından cami yanındaki türbesine defnedildi.

İtalyan ressam Titian'ın 1539 yılı civarında yaptığı I. Süleyman tablosu

KAYNAKLAR :

1.SÜLEYMAN I – TDV İSLAM ANSİKLOPEDİSİ (Müellif : Feridun Emecen)

2.Vikipedi

3.Bir Zamanlar Osmanlı Padişahlar Atlası (Boyut Yayınevi / Tarihçi Reşat Ekrem Koçu’nun Anlatımıyla Osmanlı Padişahları ve Özellikleri Bölümü)

4.Osmanlı Sultanları Albümü (Mustafa Armağan) (Paradoks Yayınevi)

5.Kuruluşunun 700. Yılında Osmanlı (NESA Yayınevi)

6.Şehzade Mustafa/Mustafa Çelebi – TDV İSLAM ANSİKLOPEDİSİ (Müellif : Şerafettin Turan)

7.Faroqhi (2008), p. 62.

8.Imber (2002), p. 49.

9.Turnbull (2003), pp 55-56.

10.Kinross (1979), p. 187.

11.Encyclopaedia Britannica, Expo 70 ed., Vol 21, p.388

12.Wheatcroft (2009), p. 59.

13.Turnbull (2003), p. 51.

14.Thompson (1996), p. 442.

15.Ágoston and Alan Masters (2009), p. 583.

16.Vambery, p. 298.

17.Cavendish (2006), p. 193.

18.Setton (1984), pp. 432-433.

19.Kurat (1966), p. 49.

20.Iorga (2005), p. 356. (Vol 2)

21.Iorga (2005), pp. 26-27. (Vol 3)

22.Hürrem Sultan – Ayşe Özakbaş

23.“Figani ve Divançesi” – Prof.Dr.Abdülkadir Karahan

24.Bunu Herkes Bilir (Kronik Kitap Yayınevi – Doç. Dr. Emrah Safa Gürkan)

25. Türk Denizcileri/ Türk Denizcilik Tarihi: Preveze Deniz Savaşı (1538)

26.House of Habsburg Britannica.com

27.Uzman TV

28.Eodev.com

186 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page