top of page
  • Kültarih

I.SELİM (YAVUZ)

I.SELİM (YAVUZ)

SALTANAT SÜRESİ : 8 YIL (1512 – 1520)


Dünyanın en büyük cihangirlerinden biri olan Yavuz Sultan Selim 1470 yılında Amasya’da doğdu. Babası II. Bayezid, annesi Ayşe Hatun (Dulkadirli)’dur. 1512 yılının Nisan ayında Osmanlı tahtına oturdu. Üç meydan savaşı kazandı. Anadolu’da Türk birliğini kurdu. Osmanlı Toprakları onun zamanında üç misli genişledi ve yine onun döneminde Halifelik, Abbasilerden Osmanlılara geçti. Ayrıca devrin en önemli iki ticaret yolu olan İpek Yolu ve Baharat Yolu'nu ele geçiren Osmanlı, bu sayede doğu ticaret yollarını tamamen kontrolü altına almıştır. Osmanlı belgelerinde adı Selim Şah diye geçer. Ancak daha kendi döneminde sert mizacı, cesareti ve ataklığı sebebiyle “Yavuz” lakabıyla tanınmıştır.


ŞEHZADELİK DÖNEMİ

Kaynaklarda daha küçük yaşta iyi bir tahsil gördüğü ve babasının kendisine özel hoca tayin ettiği belirtilir. Muhtemelen on yaşlarında iken dedesi Fâtih Sultan Mehmed tarafından kardeşleri (Ahmed, Korkut, Mahmud, Âlemşah) ve amcası Cem’in oğlu Oğuz Han ile birlikte İstanbul’a çağrıldı. Dönemin tarihçilerinden Kemalpaşazâde’ye göre Fâtih torunlarına büyük ilgi gösterdi ve onları sünnet ettirdi. Bayezid’in büyük oğlu Abdullah’ı daha önce ölen büyük oğlu Şehzade Mustafa’nın kızıyla evlendirdi ve bu vesileyle bir ay süren şenlikler düzenlendi (885/1480). Bu muhtemelen Selim’in dedesini ilk ve son görüşü oldu, ancak bu olay onun hâfızasında önemli bir yer kazandı. Sünnet merasiminin ardından babasının yanına dönen Selim bir süre daha Amasya’da kaldı. Daha sonrasında Osmanlı'nın, daha küçük yaşlarda devlet tecrübesi kazanması için şehzadeleri sancaklara gönderme gereği Şehzade Selim de Trabzon'a vali olarak atandı. Burada kimi kaynaklara göre 24, kimi kaynaklara göre ise 25 yıl kaldı. Trabzon'da Şehzade Abdullah'tan sonra, Trabzon sancak beyi olan ikinci ve son şehzade Yavuz Sultan Selim'dir.


Şehzade Selim’in Trabzon’daki idarecilik yılları ona ileride kısa sürecek saltanatı için çok iyi bir tecrübe kazandırdı. Burada iken sınır boylarındaki gelişmeleri, özellikle Gürcü prensliklerinin ve Osmanlı Devleti için büyük bir siyasî-dinî mesele oluşturacak olan Şah İsmâil’in faaliyetlerini dikkatle takip etti. Gürcüler üzerine üç sefer yaptı. Bu seferlerde bugün Türkiye sınırları içinde bulunan Artvin, Kars, Erzurum ve çevresini fethederek Osmanlı topraklarına kattı. Buralarda yaşayan Gürcülerin hepsi Müslüman oldu. Selim’in can düşmanı Şah İsmail’in Osmanlı topraklarından geçerek Dulkadiroğulları topraklarına girmesi üzerine Selim de emrindeki az bir kuvvetle harekete geçti. Akkoyunlu topraklarından Kemah, İspir, Gümüşhane, Erzincan, Bayburt ve Çemizgezek çevresini ele geçirdi. Fakat bütün Akkoyunlu mirasına sahip olduğunu iddia eden Şah İsmail, bu toprakları geri almak için kardeşi İbrahim Mirza’yı bölgeye gönderdi. Şehzade Selim ise, hızla hareket ederek Erzincan yakınlarında Safevi ordusunu perişan etti ve İbrahim Mirza’yı esir aldı. Fakat dönemin Osmanlı padişahı, Selim’in babası II. Bayezid, Selim’e İbrahim Mirza’yı geri vermesini ve Osmanlı ile Safeviler arasında bir barış anlaşması yapılmasını uygun görünce hem Şah’a karşı bu başarıları, hem de babasının sergilediği tutumlar Şehzade Selim’e büyük prestij kazandırırken II. Bayezid hızla itibar kaybediyordu. Yapılan barış anlaşmasına göre Şah’ın kardeşi serbest bırakılırken birde üzerine Erzincan, Kemah, Bayburt ve İspir’i Safevilere geri verdi. Birde Şahkulu İsyan’ı sırasında ağabeyi Şehzade Ahmet ile yeniçeriler arasında anlaşmazlıklar çıkmıştı. Bu olayın üzerine de Selim’in başarılarından dolayı yeniçeriler Selim’i destekler olmuşlardı.


TAHTA ÇIKIŞI

II. Bayezid’in en büyük oğlu Şehzade Ahmet Amasya’da sancakbeyliği yapıyordu. Babası, kendisine benzettiği oğlu Şehzade Ahmet’in tahta çıkmasını istiyordu. Öte yandan devlet ileri gelenleri de onun tahta çıkmasını istiyordu. Şehzade Korkut ise Antalya’da sancakbeyiydi. Aralarında en okumuşu oydu. Antalya yöresinde denizcilere sahip çıkması, donanma kuvvetlerinin onu desteklemesine sebep oldu. Şehzade Şehinşah da Konya da sancakbeyliği yapıyordu. Karaman bölgesindeki halkın desteğini aldıysa da diğer kardeşlerinden daha geri planda kalıyordu.


Şehzade Selim’in Trabzon’da kazandığı başarılar her tarafta duyulmuş, şahsında gazâ bayrağının yeniden açılacağı, devleti zor durumda bırakan Safevî tehdidinin ancak onun sayesinde bertaraf edilebileceği propagandası yapılmaya başlanmıştı. Şehzade Selim iktidar mücadelesini Trabzon’dan sürdürmek istemiyordu. Bu sebeple çeşitli bahaneler ileri sürerek sancağının değiştirilmesini talep ettiyse de yaptığı teklifler Şehzade Ahmet’in de baskısıyla babası tarafından kabul görmedi. Bu defa oğlu Süleyman için sancak istedi. II. Bayezid, Şehzade Ahmet’in de etkisiyle birkaç defa fikir değiştirdikten sonra torunu Süleyman’a Selim’in isteği doğrultusunda Kefe sancağını vermeyi kabul etti. Bu sırada Selim’in, oğlunu ziyaret maksadıyla Kırım’a gitmesi, aleyhindeki devlet adamlarını harekete geçirdi. Bunlar Selim’in saltanat için hazırlandığını ileri sürerek, üzerine Rumeli Beylerbeyi Hasan Paşa’nın gönderilmesini sağladılar. Fakat Hasan Paşa muharebeye girmeyip geri çekildi. Bunun üzerine padişahın bizzat Selim’e karşı harekete geçmesi sağlandı. Ancak Rumeli akıncı ve sancakbeyleri muharebeden vazgeçti. Gerçekten divanda vezirlerin çoğu onun aleyhinde bulunarak padişahı Ahmet lehine teşvik etmekteydi. Kefe’ye izinsiz gitmesi devlet merkezinde büyük yankı uyandırmıştı. Vezirler derhal, Şehzade Ahmet’e acele İstanbul’a gelmesi için haber gönderdiler. Fakat Üsküdar’a kadar gelen Şehzade Ahmet’i, yeniçeri ‘’Biz Şehzade Ahmet’i değil, Şehzade Selim’i başımızda padişah olarak isteriz’’ diyerek, Şehzade Ahmet’i İstanbul’a almadılar. Hersekzâde Ahmed Paşa’nın kendisine taraftar olduğu, vezirlerden Mustafa Paşa ile Sinan Paşa’nın onu desteklediği yolunda haberler Şehzade Selim’e iletildi. Zamanında babasına karşı düzenlediği savaşı kaybetmesine rağmen Şehzade Selim, büyük oğlunu desteklemekle kan döküleceğini anlayan II. Bayezid, oğlu Selim’i İstanbul’a davet etti. Şehzade Korkut çok seviliyorsa da, erkek evladı olmadığından dolayı ikinci planda kalmıştı. Şehzade Selim, 19 Nisan’da İstanbul’a geldi. Üç yaş büyük ağabeyi Korkut, kendisini karşılayarak tebrik etti. Bundan sonra Selim, Yenibahçe de kendisi için kurulan çadıra geldi. 24 Nisan 1512 de babası II. Bayezid, saltanatı kendisine teslim etti. Bayezid, tahttan çekildikten sonra yanına bazı adamlarıyla dört yük akçe alarak Dimetoka’ya gitmek üzere İstanbul’dan ayrıldı. Selim babasını şehir dışına kadar uğurladı. Tahtırevana binen Bayezid günde 5-6 km. yol alabiliyordu. Çorlu yakınındaki Abalar köyüne varıldığında fenalaştı ve 21 Mayıs 1512 de vefat etti. Ölüm sebebi çok şüpheli olan Bayezid’in bazı yerli ve yabancı kaynaklardaki kayıtlara göre Yavuz Sultan Selim tarafından zehirlenmiş olabileceği ihtimali üzerinde durulmaktadır. I. Selim, tahta geçtikten sonra, önce devletin iç işlerini yoluna koymaya çalıştı. İsyan çıkarmak için harekete geçen, Anadolu da kendilerine pek çok taraftar toplayan Şehzade Ahmet ve Şehzade Korkut, etraflarına asker toplamaya devam ettiler. Ahmet aynı yıl Amasya’ya saldırdı ve kenti ele geçirerek padişahlığını ilan etti. Sultan Selim, isyanı kışkırtan, kendisini istemeyen Sadrazam Mustafa Paşa’yı idam ettirdi. Aynı zamanda babaları daha önce ölmüş olan 5 yeğenini idam ettirdi. Ertesi yıl Yavuz Sultan Selim, yeniden iktidar mücadelelerine başlayacağını haber aldığı kardeşi Manisa Valisi Şehzade Korkut’u idam ettirdi. Öteki kardeşi Şehzade Ahmet, Mudanya’da yapılan savaşta yenildi ve idam edilerek öldürüldü. Böylece Yavuz Sultan Selim sonunda 45 yaşında tek başına iktidar olabilmişti. Artık gözünü dünyaya dikebilirdi.

Yavuz Sultan Selim’in tahta çıkışı


ÇALDIRAN SAVAŞI

Yavuz Sultan Selim kardeşlerinin hepsini yenerek tahtta rakipsiz kalmayı başarmıştı. Artık asıl hedefi olan, giderek büyüyen Şah İsmail tehlikesini bertaraf etmekti. Bir Şeyhin oğlu olan Şah İsmail, doğuda fırtına gibi esmiş ve Şiiliği Safevi Devleti’nin resmi mezhebi haline getirmişti. Osmanlı Devleti’nin içinde, özellikle Anadolu’da güçlü bir taraftar kitlesi bulunuyordu. Üstelik Memluklerle de anlaşmıştı. Bu tehlike önlenmediği takdirde Osmanlı Devleti yıkılabilir ve toprakları Safevilere miras kalabilirdi. Bu, Osmanlı’nın o zamana kadarki kendisine denk üçüncü ‘’Doğu Tehlikesi’’ni yenmek zorunda olduğu anlamına geliyordu.


Bu amaçla Yavuz Şii İranlılarla savaşmak için İstanbul Müftüsü Sarıgörez Nureddin Efendi ve Kemalpaşâzade’den fetvalar aldı ve hazırlıklara başladı. Bu arada sefere çıkmadan önce Anadolu’da Şah İsmail’e taraftar 40.000 kadar kızılbaşı tespit ettirerek ortadan kaldırdı, böylece hem Anadolu’yu hem de ordusunun gerisini emniyet altına aldı. Şah İsmail de yanındaki Şehzade Murad’ı Osmanlı tahtının vârisi ilân etti. Bu arada Osmanlılara karşı girişeceği savaşta yardım etmesi için Memluk sultanına hediyelerle bir elçilik heyeti gönderdi. Diyarbakır ve dolaylarını şah adına zapt eden Ustaçlu oğlu Mehmed Osmanlı padişahına meydan okumaya başladı. Şahın halifeleri de Anadolu’da Şii halkı isyana teşvike devam ediyorlardı.


Bu durum karşısında Edirne’de toplanan olağan üstü divanda alınan savaş kararı üzerine Sultan Selim İran seferine çıktı ve bunu bir mektupla Şah İsmail’e bildirdi. Osmanlı ordusu Yenişehir, Seyitgazi ve Konya üzerinden Sivas’a geldi. Padişah, muhtemel bir Şiî ayaklanmasına karşı Sivas-Kayseri arasında hasta ve zayıflardan 40.000 kişilik bir ihtiyat kuvveti bıraktı. Osmanlı ordusunun geçeceği yerlerdeki mahsul, otlak ve meskenlerin şahın emriyle yakılması yüzünden ordu sıkıntı içinde ilerliyordu. Erzincan’da şaha ikinci bir mektup gönderen Selim onu tekrar savaşa davet etti. Bir süre sonra şahtan bir mektup ile içi afyon dolu altın bir kutu geldi. Şah İsmail karışıklık çıkmasını istemediğini, aksi halde kendisinin de savaşa hazır olduğunu bildiriyordu. Sultan Selim hızlı bir yürüyüşle Çermük’e geldi, fakat İran ordusu hâlâ görünmemişti. Buradan Şah İsmail’e bir mektup daha gönderdi. Bu mektupta günlerdir ülkesinde yürüdüğü halde ortaya çıkmadığını belirtiyordu. Öte yandan verdiği söze rağmen şahın meydanda görünmemesi, çorak arazide büyük sıkıntı çeken asker arasında hoşnutsuzluk doğurdu. Bazı kumandanların da gizli tahriklerine kapılan yeniçeriler Eleşkirt ovasında padişahın otağına kurşun atacak kadar ileri gittiler. Fakat Sultan Selim’in askere hitaben yaptığı sert, kısa ve tesirli konuşma durumu düzeltti ve ordu tekrar hareket etti. Bu sırada öncü kuvvetlerden İran ordusunun yaklaşmakta olduğu haberi gelmişti. Osmanlı ordusu 23 Ağustos günü İran Azerbaycan’ın da Çaldıran ovasına geldi ve bir kısım devlet adamının muhalefetine rağmen hemen savaş için mevzilendi.


Yavuz Sultan Selim, ordusunu son bir kez daha gözden geçirdikten sonra hücum emrini verdi. Osmanlı ordusunun ustaca manevraları ve özellikle hareketli topları sayesinde İran ordusu kısa zamanda dağılmaya başladı. Askerinin dağıldığını gören Şah, durumun kendisi için çok tehlikeli olduğunu anlayınca, yaralı bir vaziyette taht ve hanımını savaş meydanında bırakarak kaçmak zorunda kaldı. Yavuz, en büyük düşmanı Şah İsmail’e hayatındaki tek ve en büyük yenilgisini tattırdı, dahası, Osmanlı ülkesindeki emellerini söndürmüş oldu. Bu sefer sonucunda yalnız Şah İsmail tehlikesi önlenmiş olmakla kalmadı, aynı zamanda Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki birçok il, Osmanlıların eline geçti. İki yıl sonra bu defa Memluklerle hesaplaşma vakti gelecekti.


Savaşın Sonuçları

- Anadolu'da Alevi-Sünni çatışması başladı.

- Anadolu üzerindeki Şii sorunu geçici olarak çözüldü.

- Günümüzdeki Kars ve Van hariç Doğu Anadolu’nun tamamına yakını Osmanlı denetimine girdi.

- Safevilerin, Mısır'daki müttefikleri olan Memlukler ile bağlantısı kesildi.

- Doğu Anadolu'daki aşiret ve beylikler, Osmanlı'ya bağlılıklarını bildirdiler. Bu savaşla beraber içine kapanık birine dönüşen Şah İsmail, tek hezimeti olan bu büyük yenilgiden sonra, 1524 yılında ölene dek başka bir savaş yapmadı.

- Osmanlı toprak bütünlüğü korundu.

- İpek Yolu'nun Van-Tebriz hattının denetimi Osmanlıların eline geçti.

- Tebriz gibi şehirlerde bulunan ünlü ilim insanları ve sanatçılar İstanbul'a getirildi.


Çaldıran Savaşı’nı tasvir eden bir minyatür (Şükrî-i Bitlisî, Selimnâme, TSMK, Hazine, nr. 1597, vr. 113a)

TURNADAĞ MUHAREBESİ

Çaldıran Zaferi’nden sonra, Erzincan ve Bayburt kesin olarak Osmanlı egemenliğine geçti, Kemah Kalesi alındı. Selim, sefere çıkarken Dulkadiroğulları Beyi Alaüddevle'ye, Osmanlı ordusuna katılması için çağrı yapmıştı. Ama Safeviler ve Memlukler ile ittifak yapan Alaüddevle, bunu reddetmişti. Bu yüzden I. Selim, sefer dönüşünde Emrindeki Rumeli Beylerbeyi Hadım Sinan Paşa'yı 42.000 kişilik bir kuvvetle Dulkadiroğulları’nın üzerine gönderdi. Hadım Sinan Paşa'nın karşısına çıkan Alaüddevle Bozkurt Bey yenildi.


Muharebe sonrasında Dulkadiroğulları Beyliği yıkıldı. Böylece Memluk Devleti'ne sefere gidilecekti. I. Selim'in dedesi de olan son Dulkadir Beyi Alaüddevle Bozkurt Bey, savaştan sonra yakalanarak idam edildi ve Elbistan'a defnedildi. Bu savaşla beraber Anadolu Türk birliği sağlandı.


MERCİDABIK ZAFERİ

Suriye ve Mısır’ın Osmanlıların eline geçmesiyle sonuçlanacak bir dizi savaşın ilki ve en önemlisi olan bu meydan muharebesi, Hz. Davud’un makamının bulunduğuna inanılan Dâbık sahrasında cereyan etmiştir. Çaldıran Savaşı ile doğudaki en önemli rakibini saf dışı bırakan Yavuz Sultan Selim’in Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya hâkim olmak için giriştiği faaliyetler, aynı bölgede önemli bazı şehirleri elinde bulunduran Memluk Sultanı Kansu Gavri’yi endişelendirmeye başlamıştı. İki devlet arasında II. Bayezid döneminde Çukurova bölgesinde baş gösteren çatışmaların yol açtığı gerginliğin, Dulkadiroğulları meselesinin ve Fatih döneminde Hicaz Su Yolları Meselesi’nin ortaya çıkarmış olduğu gerginlik Yavuz döneminde de ortaya çıktı.


I. Selim, sıranın Memluklere geldiğini planlayarak 1516’da Mısır Seferine çıktı. Memluk sultanı Kansu Gavri, Osmanlı ordusunu Halep yakınlarındaki Mercidâbık Ovasında karşıladı. Osmanlı ordusu ateşli silahlar üstünlüğü ve I. Selim’in başarılı yönetimiyle Memluk ordusunu kısa zamanda bozguna uğrattı (Memlukler top ve tüfeklerin kâfir işi olduğunu söyleyerek Müslüman bir kimsenin bu silahları kullanmayıp kılıç ve kalkan ile savaşmasını doğru bulduklarından mütevellit top ve tüfek kullanmamışlardır. Çok güvendikleri Memluk Atlı birlikleri ise bu savaşta hezimete uğramıştır). Kansu Gavri öldü, yerine genç Tomanbay, Mısır sultanı oldu. Kansu Gavri başta olmak üzere muharebe esnasında ve sonrasında öldürülen Memluk ileri gelenlerine rütbelerine yakışır şekilde cenaze düzenlendi ve hiçbirine saygısızlık edilmedi. Kansu Gavri, yanına 1261’den beri Kahire’de oturan Abbasi Hanedanından İslam halifesi III. Mütevekkil’i de yanında götürmüştü ve savaş kaybedilince Halife III. Mütevekkil esir düştü. Memluk hazinesi Osmanlıların eline geçti. Zaferden dört gün sonra Yavuz, dünyanın en kalabalık ve zengin şehirlerinden biri olan Halep’e girdi.


Mercidâbık Muharebesi Osmanlılara Suriye, Lübnan ve Filistin’in hâkimiyetini sağlayarak Mısır yolunu açmış, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki şehirlerde Osmanlı hâkimiyetini sağlamlaştırmış, dolaylı olarak Safevîlerin beklentilerini boşa çıkarmış, Memluk Sultanlığı’nın tarih sahnesinden silinişinin ilk önemli adımını oluşturmuştur. Ve Yavuz yeni seferinin yolunu tuttu. Bütün ilk ve orta çağ krallarının, imparatorlarının, sultanlarının en büyük hedeflerinden biri olan Mısır’ın yolunu…


Mercidabık Muharebesi'nin Selimname'de yer alan minyatürü

RİDANİYE SAVAŞI

Mercidabık Muharebesi'nden sonra Memlûk Sultanlığı'nın başına geçen Tomanbay; Osmanlı hakimiyetini kabul etmediği gibi, barış teklifi için gelen Osmanlı elçisini de öldürtmüştü. Bazı kaynaklar aslında Tomanbay’ın Osmanlılardan korktuğunu ve barış anlaşması yapmak istemesine rağmen yanında bulunan diğer devlet adamlarının gazına gelerek böyle bir şey yaptığını aktarmaktadır.


Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim’in Kahire’ye yürüme ihtimaline karşı süratle asker toplamaya ve şehir önlerinde müdafaa hattı oluşturmaya çalıştı; bu arada Canbirdi Gazali kumandasındaki 5000 kişilik bir kuvveti Osmanlı harekâtı hakkında bilgi almak için Gazze’ye gönderdi. Gazali, Kahire üzerine yürüme konusunda tereddüt içinde bulunan Yavuz Sultan Selim’in muhtemel harekâtını önlemek maksadıyla Gazze dolayına geldiğinde Veziriazam Hadım Sinan Paşa’nın 4000 kişilik kuvveti onu karşılamak için harekete geçti ve Hanyûnus mevkiine yöneldi. Burada yapılan çatışmada Gazali yenilgiye uğrayıp Kahire’ye döndü. Yavuz Sultan Selim de Memluk direnişinin kırılması sonucu Kahire’nin yolunun açıldığı kanaatine vardı ve buraya yürümeye karar verdi. Bazı devlet adamları ise Gazze’den itibaren Kahire’ye uzanan yolun tehlikelerinden, özellikle çölde kumluk arazideki sıkıntılardan ve susuzluktan söz ederek Kahire’ye gidilmesi fikrine karşı çıkıyordu. Ancak bu sırada yağan yağmurlar susuzluk tehlikesini bertaraf ettiği gibi çöl yolunda rahatça hareket etme imkânı sağladı. I. Selim, ordusuyla birlikte Sina Çölü'nü akıl almaz bir biçimde 13 gün içinde (3 Ocak-16 Ocak) geçerek, Ridaniye'de Memlûk Ordusu ile karşılaştı.


Ridaniye'de yeni Memlûk Sultanı Tomanbay, Venedikliler'den top ve silah alarak kuvvetli bir savunma hattı kurmuştu (evet önceki savaşa kadar top ve tüfek kâfir işiyken, şimdi kâfirlerden temin edilmişti bu silahlar). Memlûk Ordusu'na, El-Mukaddam Dağı'nın etrafını dolaşarak güneyden saldıran I. Selim, bu manevra sayesinde Memlûk Ordusu'nun yönleri sabit olan toplarını etkisiz hale getirdi.

Memlûk Sultanı Tomanbay, çok büyük çabalarla yaptığı savaş hazırlıklarına rağmen, 22 Ocak günü Ridaniye Muharebesi'ni kaybetmekte olduğunu anlayınca en cesur askerleri ile bir birlik kurup Osmanlı komuta merkezine bir baskın düzenledi. Sultan Selim'in otağı sandığı veziriazamın çadırına girdi ve Veziriazam Sinan Paşa öldürüldü. Bu suikast baskınının da istenen hedefi bulmaması sonucu, Tomanbay savaş alanından çekildi. Böylece 22 Ocak 1517'de Ridaniye Zaferi kazanıldı.


Ridaniye Muharebesi çok kesin bir sonuç vermekle beraber savaşının stratejik hedefi olan Mısır'ın fethi hemen mümkün olmamıştır. Çünkü Memlûklular büyük bir direniş göstermişlerdir. Kahire'yi hiç zayiat ve şehrin sosyal ve ekonomik hayatına zarar vermeden ele geçirmek niyetiyle 25 Ocak'ta Selim direniş göstermeden teslim olan bütün Memlukların affedileceğini ilan etmişti. Fakat Tomanbay ve ona yakın Memluklu komutanları gerilla tipi direniş organize etmeye başladılar ve bu nedenle Kahire ancak üç gün süren çok şiddetli sokak savaşlarından sonra ele geçirilebildi ve şehir kısmen yıkıldı ve binlerce kişi öldü. 4 Şubat 1517'de I. Selim törenle Kahire'ye girdi ve "Yusuf Nebi Tahtı"na oturdu. Memluklar, Nil Deltasında ve Yukarı Mısır'da direnişe devam ettiler. Fakat fazla zaman geçmeden Osmanlı güçleri bu direniş merkezlerini bertaraf edip Tomanbay'ı yakalamayı başardılar. Tomanbay, 13 Nisan 1517'de Kahire kale kapısında asılarak idam edildi.


Bu zaferle birlikte Memluk Sultanlığı yıkılmış, bütün toprakları Osmanlı egemenliğine girmiştir. Memluk Sultanlığı tarihe karışmış, Osmanlı Devleti Mısır'a hakim olmuş ve Halifelik Osmanlılara geçmiştir. Mısır'daki Kutsal Emanetler İstanbul'a getirilmiştir. Osmanlı Devleti, Doğu Akdeniz'in ve Baharat Yolu'nun tek hakimi durumuna yükselmiş; Kızıldeniz ve Hint Okyanusuna açılmıştır. Venedikliler Kıbrıs için Memluklere verdikleri haraç vergisini artık Osmanlılara verecek.


I. Selim'in yerine gelen oğlu Kanuni Sultan Süleyman'ın devraldığı Osmanlı İmparatorluğu sınırları

Bilinmesi Gerekenler


Celali İsyanları Yavuz Döneminde Başladı

Safevi Devleti 1514 yılında Çaldıran Savaşı’nda büyük bir yenilgi almıştır. Yozgat’ta Şeyh Celal adında biri Safevi Devletinin desteği ile büyük bir isyan çıkarır. İsyan kızılbaş diye tarif edilen aleviler arasında hızla yayılır.


Safeviler doğuya yaptığı seferlerle Safevi Devletini zor duruma düşüren Yavuz’a, Anadolu’daki kendilerine dini bakımdan yakın olanları isyan ettirerek cevap verirler. Anadolu’da, Yozgat merkezli Şeyh Celal’in çıkardığı isyan, Yavuz tarafından kanlı bir şekilde bastırılmıştır. Osmanlı’nın ilerleyen zamanlarında Anadolu da çıkan ve ancak IV. Mehmed zamanında sonu getirilen Celali İsyanları Yavuz döneminde başlamıştır ve adını da Şeyh Celal’den almaktadır.

Hazineye Vurulan Yavuz Sultan Selim Mührü

Doğuya yaptığı seferler, özellikle de Mısır Seferi ile Osmanlı Hazinesini ağzına kadar dolduran Yavuz Sultan Selim şöyle ferman eder:


‘’Benim altınla doldurduğum hazineyi, torunlarımdan her kim doldurabilirse kendi mühürü ile mühürlesin, aksi halde hazine-i humayun benim mühürümle mühürlensin.’’


Ardından gelecek hiçbir padişah Topkapı Sarayındaki hazineyi tekrar ağzına kadar dolduramadığından, hazine Osmanlı Devleti’nin son zamanlarına kadar hep Yavuz’un mührü ile mühürlenmiştir.


Oğluna Söylediği Söz

Yavuz, şatafatı sevmeyen bir padişahtır. Hatta bugün Topkapı Sarayında sergilenen padişah kıyafetleri içerisinde en basit, en sade olanları kendisine aittir. Anlatılanlara göre Mısır Seferi sonrasında Yavuz Sultan Selim, İstanbul’a geri dönerken yolda oğlu Süleyman babasını tebrik için beklemektedir.


Yavuz Sultan Selim, kendisini şatafatlı elbiseler ve ziynet eşyaları içerisinde karşılayan oğlu Süleyman’ı görünce şöyle dediği rivayet edilir:


‘’Bre Süleyman, anana ne bıraktın! Sen böyle giyinirsen, anan ne giysin!’’


Doğruluğu kesin olmamakla birlikte, Yavuz ve oğlu Kanuni Sultan Süleyman’ın arasındaki farkı anlatması açısından meşhur bir rivayettir.


İstanbul’a Gizlice Girdi

Yavuz, 2yıl, 2 ay süren bütün sefer-i hümayunların en uzunundan sonra İstanbul’a döndü. 25 Temmuz 1518’de taht şehrine girecekti. İstanbullular, aylardan beri, cihangir hakanlarının dönüşünü bekliyorlardı. O gün, yer yerinden oynayacak, büyük şenlikler yapılacaktı.


Halbuki Yavuz’un bütün gösterişi, devlet işlerindeydi. Özel hayatında mahcup, mütevazi ve sakin bir adamdı. İstanbul halkının hazırlığı öğrenince sıkıldı. Ertesi sabah muzaffer ordusunun başında şehre girmesi gerekiyorken, bir gece önce, karanlıkta gizlice kayıkla Topkapı Sarayı’na çıktı. Ertesi sabah İstanbullular, Yavuz’un sarayda olduğunu öğrendiler. Ancak ordusuna alkış tutabildiler.

Yavuz Sultan Selim Kulağına Küpe Takar Mıydı?

Yanlışlıkla Yavuz Sultan Selim’e atfedilen portre. İşin ilginci, bu resmin Yavuz’un can düşmanı olan Şah İsmail’e ait olması çok kuvvetli bir ihtimal.


Selimnamelerdeki ve diğer Osmanlı el yazmalarındaki minyatürlerden Selim’in hakikaten de palabıyıklı ve sakalsız olduğunu biliyoruz; ancak, benzerlikler burada sona eriyor. Topkapı Sarayı’ndaki Yavuz Sultan Selim portresi aslında Padişah’ın kendisine ait değildir. Portredeki kızıl börk ve 12 dilimli tacın da Osmanlı kültüründe pek bir karşılığı bulunmamakta; zaten hiçbir minyatürde Selim kafasında kızıl bir börkle nakşedilmemiş. İsmail’in babası Şeyh Haydar, büyük bölümünü Azerbaycan ve Doğu Anadolu Türkmenlerinin oluşturduğu taraftar kitlesinin 12 imamı temsilen 12 dilimli kırmızı (bu renk Hz. Hüseyin’in kanını simgelemektedir) börk giydirirdi ve buna ‘’tac-ı Haydar’’ denirdi. Sırf bu taç yüzünden bunların takipçilerine ‘’kızılbaş’’ ya da Farsça anlamıyla sorhser dendiğini de biliyoruz. Bu portrede ki küpeyi gören bizim uydurma tarihe meraklı milletimiz tarafından ortaya atılan hikayeler de kuvvetle muhtemel Şah İsmail’e ait olan bir portrenin Topkapı Sarayı’nda sergilenmesi kadar trajikomik bir durum.


Rivayete göre Yavuz Sultan Selim şehzadeliği zamanında Trabzon’da bulunurken, derviş kılığına girip Tebriz’e gider. Orada satrançta herkesi yenerek ünü Şah İsmail’e ulaşır. Satrancı çok seven Şah İsmail, bu dervişi sarayına satranç oynamaya davet eder. Derviş kılığındaki Selim satrancı kazanınca, Şah İsmail dervişe bir tokat atar. Sonra da değerli bir mücevher verip, dervişi gönderir. Selimde bu tokadı kulağına küpe olsun diye, gerçekten de küpe takar. Bırakın bir şehzadenin tebdil- kıyafet ülkeyi terk edip, düşmanın kalbi olan başkente gidip bir hükümdarı satrançta yenmesini, Selim sancağını terk edince isyancı durumuna düştüğünü daha konunun başında bahsetmiştik. Yani bir şehzadenin isyankâr durumuna düşmeden sancağından bile ayrılmasının imkânsız olduğu ortada. Bu yüzden bu tarz uydurma hikayelere kulak asmayın.


ÖLÜMÜ

Haydar Çelebi; Yavuz’un, Edirne’ye gitmek için 18 Temmuz 1520’de İstanbul’dan ayrıldığını yazar. Onun Edirne’ye hareketi Batı’ya karşı çıkacağı bir seferin habercisi olarak kaynaklarda yer almışsa da sağlığının iyi olmaması ve İstanbul’da çıkan veba salgını dolayısıyla buraya hareket etmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Sırtında çıkan bir büyük ur (muhtemelen veba yumrusu) veya Aslan Pençesi (Şirpençe) denilen bir çıban yüzünden Çorlu’dan ileri gidemedi; hekimlerin müdahalesine rağmen hastalığı giderek ağırlaştı ve iki ay kadar burada ümitsiz bir tedavi gördükten sonra 21-22 Eylül 1520 gecesi sabaha karşı yakın adamı olan Hasan Can yanında iken vefat etti. Ölümü oğlu Süleyman’ın Manisa’dan İstanbul’a gelişine kadar gizli tutuldu. 1 Ekim’de İstanbul’a getirilen naaşı oğlu ve devlet adamları tarafından şehir girişinde karşılandı ve Fâtih Camii’ne indirildi. Burada kılınan namazdan sonra bugünkü türbesinin bulunduğu Mirza Sarayı denilen yerde (Sultanselim) defnedildi. Üzerine geçici olarak bir çadır kuruldu, daha sonra oğlu Süleyman tarafından buraya bir türbe ve cami yaptırıldı.


Yavuz Sultan Selim'in Mısır Seferi'nin temsilî bir resmi, 1514-1516


KAYNAKLAR :

1.SELİM I – TDV İSLAM ANSİKLOPEDİSİ (Müellif : Feridun Emecen)

2.Çaldırdan Savaşı – TDV İslam Ansiklopedisi (Müellif : Mustafa Çetin Varlık)

3.Mercidabık Muharebesi – TDV İslam Ansiklopedisi (Müellif : Feridun Emecen)

4.Ridaniye Savaşı – TDV İslam Ansiklopedisi (Müellif : Feridun Emecen)

5.Bir Zamanlar Osmanlı Padişahlar Atlası (Boyut Yayınevi)

6.Kuruluşunun 700. Yılında Osmanlı (NESA Yayınevi)

7.Bunu Herkes Bilir (Kronik Kitap Yayınevi – Doç. Dr. Emrah Safa Gürkan)

8.Osmanlı Sultanları Albümü (Paradoks Yayınevi – Mustafa Armağan)

9.Vikipedi

10.Netnedir

18 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page