top of page
Kültarih

II.MEHMED (FATİH)

Güncelleme tarihi: 29 May 2020


II.MEHMED (FATİH)

I. DÖNEM SALTANAT SÜRESİ : 2 YIL (1444 – 1446)

II. DÖNEM SALTANAT SÜRESİ : 30 YIL (1451 – 1481)


Osmanlı padişahlarının yedincisi olan Fatih Sultan Mehmet, 1432’de Edirne de doğdu. Babası II.Murat, annesi ise kesin olmamakla beraber Hümâ Hatun’dur. İlk olarak 12 yaşında 1444 yılında, ikinci olarak ise 1451 yılında 19 yaşındayken tahta çıkmış, 32 yıllık padişahlık yapmıştır. Çok küçük yaştan itibaren iyi bir eğitim ve terbiye alarak yetişen Mehmet, 1453 yılında İstanbul’u fethetmiş, döneminde iki imparatorluk, irili ufaklı on yedi devlet, iki yüzden fazla şehir Osmanlı topraklarına katılmıştır. Vefatı sırasında devletin sınırları 2 214 000 kilometre kareye kadar ulaşmıştır. Fatih’in Osmanlı padişahları arasında bilimsel, yönetsel ve kültürel sahada ilk sırayı aldığı bilinmektedir. Dönemin önde gelen hocalarından olan, Akşemseddin, Molla Hüsrev gibi bilginlerden ders almış; matematik, tıp ve edebiyata karşı özel bir ilgi duyarak yetişmiştir. O, başarılı bir kumandan, bir fikir adamı olduğu kadar büyük bir devlet adamıydı da…

ŞEHZADELİK DÖNEMİ

Mehmed iki yaşına kadar Edirne'de kaldıktan sonra 1434’te sütninesi ve küçük ağabeyi Alâeddin Ali ile birlikte 14 yaşındaki büyük ağabeyi Ahmed’in Rum sancakbeyi olduğu Amasya'ya gönderildi. Burada ağabeyi Ahmed'in erken yaşta ölmesi üzerine Mehmed altı yaşında Rum sancakbeyi oldu (İnalcık'a göre şüpheli). Diğer ağabeyi Alâeddin Ali ise Manisa'da Saruhan sancakbeyi oldu. İki yıl sonra babaları II. Murad'ın talimatıyla iki kardeş yer değiştirdiler ve Mehmed Saruhan sancakbeyi oldu.


Şehzade Mehmed'in medrese kökenli hocalarının yanı sıra bilgi edindiği Batılı şahsiyetler de bulunmaktaydı. Saruhan (Manisa) sarayında İtalyan hümanisti Anconalı Ciriaco ve saraydaki başka İtalyanlar onun Avrupa tarihi ile Antik Yunan filozoflarının hayatlarıyla ilgili kitaplar okumasına önayak olmuştu. Bu durum Şehzade Mehmed'e çok-kültürlülük kazandırmıştır. İleride Makedonya Kralı Büyük İskender, Roma İmparatoru Julius Caesar gibi şahsiyetleri kendisine ilham kaynağı edinmiş ve onlar gibi büyük imparator olmak istemişti. Topkapı Sarayı arşivinde bulunan II.Mehmed'in şehzadelik yıllarına ait olan karalama defterinde Latin harfleri, Arap harfleri, Roma büstlerini andıran insan çizimleri ve Osmanlı figürleri bulunmaktadır (Ancak, bunun hakikaten Fatih’in olduğuna dair elimizde hiçbir kanıt yok; burada II.Mehmed’in tuğrasının olması defterin saraydan bir kâtibin not defteri olabileceğine de işaret edebilir aslında). Ayrıca Fatih Sultan Mehmet'in Arapça ve Farsça'nın yanı sıra Latince, Yunanca ve İtalyanca bilmesi bu dönemdeki münasebetlerine dayandırılmaktadır.


ÇOCUK PADİŞAH

Çok sevdiği oğlu Alaeddin’in vefatı, art arda gelen başarısızlıklar ve küçük çaplı başarılar padişahlık yapmaktan usanan II.Murad’ı yıldırdı ve en sonunda Manisa da inzivaya çekilerek tahtı 12 yaşındaki oğlu Mehmet’e bıraktı. Bu durumdan başta Çandarlı Halil Paşa olmak üzere devlet erkanı büyük bir endişe duymaktaydı. Zira Osmanlı tahtında bir çocuğun oturması büyük bir tehlike arz etmekteydi. Balkanlar’da Haçlı tehlikesi, Anadolu’da Karaman tehdidi derken birde bunların üzerine çocuk padişahın hayalperest tavırları daha yeni yeni toparlanmaya başlamış olan devleti yıkılışa sürükleyebilirdi. Çocuk padişah, İslam Peygamberi Hz.Muhammed’in hadis – i şerifine nail olmak istiyordu. Bir yandan da aldığı eğitimler sayesinde Büyük İskender, Julius Caesar gibi fatihleri öğrenince onlara özeniyordu, onlar gibi büyük bir devlet adamı olmak istiyordu ama önünde Osmanlı topraklarındaki en büyük ikinci Türk hanedanına mensup, o dönemde büyük prestiji olan, Çandarlı Halil Paşa vardı. Özellikle de bu paşa, Mehmet’i tahtta istemiyordu ve yukarıda belirttiğimiz tehlikelerden korkuyordu. Öylede oldu. Çok zaman geçmeden Papa IV. Eugene’in teşvikiyle yeni bir Haçlı ordusu toplanmaya başlandı. Eli ayağı birbirine dolaşan Çandarlı ne yapacağını bilemez olmuştu çünkü Osmanlı tahtında daha herhangi bir tecrübesi olmayan birisi oturuyordu. Bu noktada Türk halkının aklına hemen ‘’sözde’’ Sultan II.Mehmet’in babasına yazmış olduğu mektup gelmektedir :


“–Devletlü babam! Dîn ve devlet tehlikededir. Eğer pâ­di­şah iseniz, buyurun ordunuzun başına geçin!.. Yok eğer pâ­di­şah ben isem, sizi, orduma başkumandan olarak nasb ve tâyin eyliyorum!..”


Böyle bir olay gerçeği yansıtmamaktadır. Şayet böyle bir mektup varsa da Çandarlı Halil Paşa tarafından II.Mehmet’e zorla yazdırılmıştır. Fakat gerçek şudur ki, Çandarlı Halil Paşa tarafından durumun vahimliği eski padişah II.Murad’a bildiriliyordu. Oğlunun hayalperest tavırları ve devlet erkanının baskılarına dayanamayan II.Murad başkomutan olarak ordunun başına geçmiş ve Varna Muharebesini kazanmıştır. Lakin gene de savaş sonrasında tahta geçmek istememiş ve Manisa’ya dönmüştür. Ta ki Buçuktepe Vakasına kadar. Buçuktepe Vakası, II.Murad'ın, Mehmet'i tahta geçirmesine karşı çıkan Yeniçerilerin çıkardığı bir isyandır. Muhtemelen bu isyan, üstte de belirttiğimiz gibi ‘’büyük bir prestiji’’ olan ve sözü küçük yaştaki Mehmet’ten daha fazla geçen Çandarlı Halil Paşa’nın entrikaları sonucunda çıkmıştır. Olanlara daha fazla göz yumamayan II. Murat'ın tahta tekrar oturup buçuk oranında yeniçerilerin maaşına zam yapmasıyla son bulmuştur. Ayrıca bu isyan Osmanlı tarihinde çıkan ilk Yeniçeri isyanıdır. Bu olay sonucunda Mehmet, Manisa sancağına gönderilmiştir ve Çandarlı’ya karşı büyük bir kin, öfke ve intikam duygusuyla tahta ikinci sefer çıkacağı zamanı beklemeye başlamıştır.


İKİNCİ TAHTA ÇIKIŞI

II. Murad, 3 Şubat 1451 günü öldü. Mehmed babasının ölüm haberini Sadrazam Çandarlı Halil Paşa’nın özel ulak aracılığıyla Manisa’ya gönderdiği mektupla aldı. Anlatılana göre "Beni seven ardımdan gelsin!" diyerek atına atlayıp, kuzeye doğru yola çıkmıştı. Mehmed 19 Şubat 1451’de Edirne’de ikinci kez tahta çıktı. Tahta çıktığı zaman başta Çandarlı Halil olmak üzere çocukken tahtta olduğu süre zarfında kendisine karşı olan paşalar, bir diğer deyişle tahttan indiren paşalar, azledilmekten hatta daha da vahimi kellelerinin gitmesinden korkmaktaydılar. Ama zeki padişah bunun tam tersi şekilde, Çandarlı’yı sadrazam makamından almadı. Zira böyle bir hareketin getirileri olacağını biliyordu. Mehmed her ne kadar Çandarlı Halil Paşa’yı görevinde bıraktıysa da artık gerçek iktidar kendisiyle birlikte lalaları Şahabeddin Paşa ve Zağanos paşaların başını çektiği savaşçı kesimin eline geçmişti. İshak Paşa’yı Anadolu Beylerbeyi olarak atadı ve babasının cenazesine eşlik etmek üzere Bursa’ya gönderdi. Daha sonra babasının Candaroğulları beyinin kızından olan sekiz aylık oğlu Küçük Ahmed’i boğdurttu. Bu şekilde kardeş katli yasası da uygulamaya konmuş oldu. Ahmet Çelebi'nin cenazesi de babası Murad'ınkiyle birlikte Bursa'ya gönderildi.

II.Mehmed’in tahta çıkışı (Hünername)


Gerek batıda ve gerekse de Doğu Roma'da yeni padişah genç yaşı ve tecrübesizliği dolayısıyla ilk başta önemli bir tehdit olarak algılanmamıştı. Bu görüş Mehmed’in 1451’de Venedik, Ceneviz Cumhuriyeti, Macaristan ve Sırp Despotluğu ile babasının yapmış olduğu anlaşmaları yenilemesiyle pekişmişti. Mehmed Doğu Roma’ya da babası dönemindeki dostane ilişkileri devam ettireceğini ve Süleyman Çelebi’nin Konstantinopolis'teki oğlu Orhan için yıllık 300 bin akçe ayırdığını bildirmişti.

Mehmed’in yetersiz bir hükümdar olduğunu düşünen yalnızca Hristiyanlar değildi. Tahta geçmesinin ardından Karamanlılar yerel beylikleri yeniden diriltmek üzere ayaklandılar ve Seydişehir ile Akşehir’i ele geçirdiler. Bunun üzerine 1451’in yazında Mehmed Anadolu'ya geçti ve kısa sürede bu isyanı bastırdı. Bu sırada Mehmed’in Anadolu’da bulunmasını fırsat bilen Doğu Roma İmparatoru Konstantinos ulakları vasıtasıyla Süleyman Çelebi’nin torunu Şehzade Orhan’ın ödeneğinin yapılmadığını, ödeneğin ikiye katlanmaması halinde Orhan’ın Osmanlı tahtında hak iddia etmesine izin vereceği tehdidinde bulundu. Mehmed sorunu çözeceğini söyleyerek elçileri gönderdi ancak Edirne'ye döndükten sonra Orhan için ayrılmış olan gelirlere el koydu ve Konstantinopolis’in ablukaya alınmasını emretti.


İSTANBUL FETHİ’NİN NEDENLERİ

1. Bizans'ın, Osmanlı Devleti'nin Rumeli'deki ilerlemesine ve büyümesine engel olması

2. Bizans'ın Anadolu beyliklerini Osmanlı Devleti'ne karşı kışkırtarak Anadolu'daki Türk birliğini bozmaya çalışması.

3. Bizans'ın Osmanlı şehzadelerini kışkırtarak Osmanlı Devleti'nde taht kavgalarına neden olması.

4. Bizans'ın, Avrupa-Hristiyan dünyasını kışkırtıp Haçlı Seferleri'ne zemin hazırlaması.

5. Anadolu ve Rumeli toprakları arasındaki bağlantının sağlanabilmesi için İstanbul'un alınmasının gerekmesi.

6. İpek Yolu'nun Avrupa'ya açılan koluna hakim olmak.

7. Kara ve deniz ticareti bakımından İstanbul'un önemli bir konuma sahip olması.

8. Boğazlar yolu ile ekonomik canlılığın mevcudiyeti.

9. Anadolu ve Rumeli arasındaki askeri geçişin kolaylaştırılmak istenmesi.

10. II. Mehmed'in, Hz. Muhammed'in; "İstanbul elbet feth olunacaktır. Ne güzel kumandandır o kumandan ve ne güzeldir o askerler" hadisine layık olabilme düşüncesi.


İSTANBUL’UN FETİH HAZIRLIKLARI

Boğazdan gelebilecek yardımı önlemek ve boğazı kontrol altına almak için Anadolu Hisarı’nın karşısına Rumeli Hisarı (o dönemde adı Boğazkesen) yaptırıldı. İmparator Konstantinos Mehmed’e hisarın yapımı için kendisinden izin alması gerektiğini bildirmek için elçiler gönderdi ancak Mehmed elçileri kabul etmedi. İmparator en son 1452’nin Haziran ayında barış görüşmeleri için bir kere daha elçilerini gönderdi ancak Mehmed elçileri yine reddetti. Bunun anlamı savaştı. Hisar 1452’nin Ağustos ayında tamamlandı. Böylece boğazın kontrolü Osmanlıların eline geçmiş oldu. Boğazdan geçecek gemiler bundan böyle geçiş parası ödemek zorundaydı. Aksi takdirde gemiler top atışıyla batırılacaktı. 1452 sonlarında ödeme yapmayı reddeden bir Venedik gemisi batırılmış, kaptanı ve tayfası tutuklanmıştı.


400 gemiden oluşan büyük bir donanma oluşturuldu.


Bizans’a Avrupa’dan yardım gelmesini engellemek için bazı Avrupa ülkeleri ile antlaşmalar yapıldı.


Surları yıkmak için çizimleri Sultan Mehmed tarafından yapıldığı söylenen “Şahi” adı verilen büyük toplar Macar asıllı Urban’a döktürüldü. Bu topların içerisinde Fatih’in icadı olan ‘’havan topları’’ da vardı.


Surlara tırmanmayı kolaylaştırmak için Fatih’in icadı ‘’tekerlekli kuleler’’ yaptırıldı.

Peki tarihçilerin sonradan kendilerine Bizans adını atfettikleri (halbuki ‘’Bizanslılar’’ kendilerine o dönemde ‘’Romalılar’’ derdi. Zaten devletin gerçek ve resmi adı Doğu Roma İmparatorluğudur.) kişiler hiç mi bir şey yapmıyorlardı, öylece durup Osmanlılar’ın kendi üzerlerine bu denli büyük bir şekilde gelmelerini mi izliyorlardı? Tabi ki hayır! Bu kadim ve büyük imparatorluğun son savunucuları da önlemler alıyordu. Tarih boyunca yıkılmak nedir bilmez surları vardı. Bu surları tekrardan tamir ettirerek güçlendirmişlerdi. 2 Nisan günü Bortolamio Soligo tarafından Yalıköşkü civarındaki Kentenarion Kulesi ile Galata Surları arasına zincir çekilmiştir. Bu zincir çok iri ve yuvarlak baklalardan yapılmış ve birbirine büyük demir kancalarla bağlanmış bir zincirdir. Sağlam olması için de iki taraftan surlara tutturulmuştur. Böylece Osmanlı gemilerinin geçişi engellenecektir. Kızgın kömür, kükürt ve zift karışımından oluşan Rum Ateşi adı verilen (Grejuva) su eklendikçe alevi artan silahları da vardı.

Rum Ateşi (Grejuva)


Öte yandan bu gelişmeler karşısında İmparator Konstantinos, Papa ve İtalyan şehirlerinden umutsuzca yardım talebinde bulundu ama bunlar sonuçsuz kaldı. Yalnızca Cenova 1452’nin Kasım ayında yardım göndermeye karar verdi ve Giovanni Giustiniani komutasında 700 asker taşıyan Ceneviz kadırgaları 26 Ocak 1453’te Konstantinapolis’e vardı. İmparator Konstantinos, Giovanni Giustiniani’yi kara kuvvetlerinin başkumandanı yaptı. Kostantinopolis’teki asker sayısı 8.000 civarındaydı, limanda 26 savaş gemisi bulunuyordu. Daha evvel 700 İtalyanı taşıyan yedi Girit ve Venedik gemisi Şubat ayında şehirden kaçmıştı. Osmanlı ordusundaki asker sayısı ise en az 50.000 idi.


İSTANBUL’UN FETHİ

23 Mart 1453’te, ordusuyla birlikte Edirne’den yola çıkarak 5 Nisan’da Topkapı önüne gelen II.Mehmet, kuvvetlerini zekice hazırladığı plana uygun olarak yerleştirdikten sonra 6 Nisanda top ateşiyle kentin fethedilmesi hareketini başlattı. 12 Nisan da Osmanlı donanması Dolmabahçe önlerine demirledi. 18 Nisan da İstanbul çevresindeki Adalar fethedildi. 20 Nisan da Bizans’ın yardımına gelen 5 gemi Osmanlı donanmasından kurtulup Haliç’e girdi. 22 Nisan da Osmanlı donanmasına ait gemiler karadan taşınarak Haliç’e indirildi.

II.Mehmet’in gemileri karadan yürütmesi (Tablo : Fausto Zonaro)

23 Nisan da Osmanlı askerleri Haliç’te köprü kurdu. Bizans İmparatoru, II.Mehmed’e barış teklifinde bulundu. 18 Mayıs da kuşatmada önemli rol oynayan tekerlekli kule, surların önünde kullanıldı. 28 Mayıs da II.Mehmed, genel saldırıdan önce Bizans imparatoruna, teslim olması teklifinde bulundu. 29 Mayıs da genel saldırıya geçen Türk kuvvetleri, sabah saatlerinde İstanbul’u fethetti. 1 Haziran da Bizans’ın en önemli eserlerinden Ayasofya Kilisesi, camiye dönüştürüldü ve ilk Cuma namazı kılındı. Fetih'ten sonra II.Mehmed, Fethin Babası anlamına gelen "Ebû'l-Feth", daha sonraki dönemlerde ise "Çağ Açan Hükümdar", ‘’Fatih’’ ve "Kayser-i Rûm" (Roma İmparatoru) unvanları ile anıldı.

Fatih'in İstanbul'a girişi (Tablo : Fausto Zonaro)

İSTANBUL FETHİ’NİN SONUÇLARI

Türk Tarihi açısından;

1. Osmanlı Devleti imparatorluk seviyesine yükseldi. II.Mehmet’e Fatih unvanı verildi. 2. Osmanlı Devleti’nin Yükselme Devri başladı. 3. İstanbul, Osmanlı Devleti’nin başkenti oldu. 4. Boğazlar, Osmanlı Devleti’nin kontrolüne girdi. 5. Karadeniz’i Akdeniz’e bağlayan ticaret yolları Osmanlı Devleti’nin denetimine girdi. 6. Osmanlı Devleti’nin Rumeli ve Anadolu toprakları arasındaki birlik sağlandı. 7. Türklerin Avrupa içlerine doğru ilerlemeleri kolaylaştı.


Fatih Sultan Mehmet Hristiyan, Ortodoks ve Ermeni kiliselerini muhafaza edip onların koruyuculuğunu üstlenmiştir. Amacı; Hristiyan dünyasının birleşmesini önlemek, Katolik Kilisesi’ne karşı güç oluşturmak, Avrupa seferlerinde Ortodoksların desteğini almaktı. Kanuni de bu amaçla Protestanları korumuş, Fransızlara kapitülasyonlar vermiştir.

Fatih Sultan Mehmet’in Gennadios Sholarios’a patriklik beratını verişini betimleyen mozaik pano

(Fener Patrikhanesi – İstanbul)

Dünya Tarihi açısından;

1. Orta Çağ bitti, Yeni Çağ başladı. 2. Bin yıllık Bizans imparatorluğu son buldu. 3. Topun surları yıkmasıyla Avrupa’da feodalite yıkıldı ve krallıklar güçlendi. 4. ipek Yolu’nun Osmanlı Devleti’nin eline geçmesi Coğrafi Keşifler’in başlamasında etkili oldu. 5. İstanbul’dan İtalya’ya giden bilim adamları Rönesans’ın ortaya çıkmasında etkili oldu.


FETİH SONRASI

Fethin hemen ardından Mehmed şehrin onarımına başladı. Amacı Doğu Roma’yı yıkmak değil onu Osmanlı yapısı içinde diriltmekti. Kuracağı imparatorluk bir İslâm devleti olmakla birlikte Doğu Roma gibi kozmopolit bir yapıya sahip olacaktı.

Fatih, İstanbul da Rum Ortodoks Patrikhanesi, Ermeni Patrikhanesi ve Yahudi Hahambaşı bulunmasına izin verdi. Mehmed, Theodosius Forumu’nun olduğu yerde ilk sarayının inşasını başlattı. Daha sonraki yıllarda ise Sarayburnu’nda Topkapı Sarayı’nı inşa ettirdi.


Fatih, ilk tahta geçtiğinde ve İstanbul’un fethi sırasında sergilediği tutumlar nedeniyle, Çandarlı Halil Paşa’yı 10 Temmuz 1453 tarihinde Edirne'de idam ettirdi. Çandarlı Halil Paşa fetihten sonra idamına giden süreçte Yedikule’de Altın Kapı’da kırk gün hapis edildi. 10 Temmuz’da gözlerine mil çekildi ve daha sonra idam edildi. Daha sonra oğlu İbrahim Paşa tarafından İznik’e götürülüp türbesine gömüldü. Çandarlı Halil Paşa, idam edilen ilk Osmanlı sadrazamıdır.


Boyun eğeceği yerde Hakan’a dik baktığı iddia edilir. Bazı kaynaklara göre Çandarlı, Fatih'i sabırsız ve deneyimsiz buluyordu. Ayrıca ‘’II.Murad’’ konumuzda ve ‘’Çocuk Padişah’’ bölümünde de bahsettiğimiz üzere kimi tarihçiler Çandarlı’nın idamını Fatih’in intikam almak için hırsından dolayı ve kendisine rakip bir Türk hanedan istemediği için (Ki onbeşinci yüzyılla onyedinci yüzyıl ortasında kendisine sadaret mührü emanet edilen 78 sadrazamın sadece 11 tanesi Türk’tür.) İstanbul fethi sırasında sergilediği tutumları sebep göstererek Çandarlı’nın idamına karar vermiştir. Bir diğer rivayetlere göre ise Çandarlı bir Bizans casusudur. Bizans’tan aldığı rüşvetlerle padişahı İstanbul’un fethinden vazgeçirmeye çalışmıştır. Yani vatan haini olduğu için idam edildiği de yazılır. Her halükarda bu olay ile Fatih otoritesini pekiştirmiş oldu ve herkes genç hakana boyun eğdi.

II.Mehmed'i gül koklarken tasvir eden minyatür. Nakkaş Sinan Bey’in eseridir.


YENİ FETİHLER


Sırbistan Seferleri

Sırpların Macar ve Ulahlarla ilişki kurmaları üzerine Fatih Sultan Mehmet komutasındaki 20 bin kişilik Osmanlı ordusu 1454 yılında Sırbistan’a sefere çıktı. Osmanlıların Sırbistan’a yaptığı bu ilk seferde Sivricehisar teslim alındıysa da Semendire ele geçirilemedi. Bu ilk seferden Osmanlılar bir sonuç alaması ve Fatih Sultan Mehmet, Edirne’ye döndü. II.Mehmed’in komutasındaki Osmanlı ordusunun Sırbistan’a yaptığı ikinci seferde, madenleri ile tanınan Kritovulos ele geçirildi. Sırbistan’ın yağmasına Karaca Bey komutasında bir birlik bırakıldı, Fatih Sultan Mehmet, Selanik yolu ile İstanbul’a döndü. Bu esnada Evrenesoğlu İsa Bey komutasındaki Osmanlı ordusu, İtalyanlarla işbirliği yapan Arnavutluk hükümdarı İskender Bey kuvvetlerini Arnavutluk’un Berat kenti önlerince mağlup etti. 1456 yılında, Fatih Sultan Mehmet komutasındaki 150 bin kişilik Osmanlı ordusunun Sırbistan’a yaptığı üçüncü seferde Grosvaç’ta dökülen toplar Tuna nehri yolu ile erzakları taşıyan 200 gemiye bindirildi. Belgrad da Macar komutanı Jan Hunyad komutasındaki 60 bin kişilik Haçlı ordusu ile kanlı çarpışmalar oldu. Belgrad’a girmekte olan Osmanlılar, zafer sarhoşuluğu yüzünden kaleye giren askerlerini boş yere kaybetti. Durum kötüleşirken Macarlar bozguna uğratıldı. Bir ay süren bu savaşta Osmanlı ordusu 24 bin şehit verdi ve 300 top kaybetti. Bu savaşta Belgrad ikince kez kuşatıldığı halde alınamadı. Aynı yıl Cenevizlilere ait olan Enez ve Ege adalarından Semadirek ve Taşoz fethedildi. 1459 yılında II.Mehmed ve Mahmut Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu ile Sırp, Bosna ve Macar ordusu arasında Tuna nehri kıyısındaki Semendire kalesinde, Semendire Savaşı yapıldı. Düşman kuvvetleri yenilince Semendire ile diğer Sırp kaleleri Osmanlıların eline geçti. Böylelikle Sırbistan’ın fethi tamamlanmış oldu. Semendire sancak haline getirildi. Macaristan’a yapılan seferlerde Semendire bir üs olarak kullanıldı.

İtalya’da basılan Fatih Sultan Mehmet madalyonu. Ön yüzde ‘’Imperat[or] Mavmebet Asie ac Trapesvnzis Magne ove Gretie’’ (Mora, Asya ve Trabzon İmparatoru) yazısını görüyoruz.


Mora Seferleri ve Atina’nın Fethi

Fatih komutasındaki Osmanlı ordusnun Mora despotları üzerine yaptığı ilk sefer 1458 yılındadır. 4500 altın karşılığı barış tekliflerini Fatih Sultan Mehmet kabul etmedi. Kuzey Mora da Korint, Tarsos, Filyos, Akribe, Roupeli, Mohlion ve Patras Osmanlıların eline geçti. Fatih Sultan Mehmet, Atina’yı da aldıktan sonra Üsküp’e geçti. İkinci Mora seferi ise 1460 yılında, Mora’da çıkan ayaklanmalar üzerine Zağnos Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu tarafından düzenlendi. Fatih Sultan Mehmet de Mora’ya gelerek sefere katıldı. Mora despotu Demetrius, Ispartayı (Sparta) Osmanlılara teslim ederek padişahın huzuruna alında. Güney Mora’da Modon, Koron ve Navarin Osmanlılar’ın eline geçti.

Fatih Sultan Mehmet (Tablo : Costanzo de Ferrara)


1461 Yılındaki Fetihler

Cenevizlilerin egemenliğindeki Amasra fethedildi. Sinop ve çevresine egemen olan İsfendiyaroğulları Beyliği (Candaroğulları), Osmanlı topraklarına katıldı. Fatih Sultan Mehmet komutasındaki Osmanlı ordusu ile Trabzon Rum İmparatorluğu ordusu arasında Trabzon kalesinde Trabzon Savaşı yapıldı. Yapılan bu savaşta Mahmut Paşa komutasındaki Osmanlı donanması Trabzon kalesini denizden kuşattı. Son Trabzon Rum İmparatoru David Komnen’in barış teklifi kabul edilmedi ve kale feth edildi böylece 257 yıllık Trabzon Rum İmparatorluğu ortadan kaldırıldı. Bununla birlikte son Rûm (Romalı) devleti yıkılmış oldu.


Kırım’ın Osmanlı Himayesine Girmesi

Fatih Sultan Mehmet, Karadeniz’e hakim olmak istiyordu. Venedik ve Cenevizlilerin İslam dünyasının aleyhine yaptıkları esir ticaretini önlemek, İstanbul’a gelen ticari malların taşınmasında esas rolü oynayan Kırım sahillerini ele geçirmek, Karadeniz’i bir Türk Gölü haline getirmek amacıyla hareket eden Fatih’in Kırım’ı alması şarttı, işe Amasra’yı fethederek başladı. Kırım Yarımadası bir Türk devleti olan Kırım Hanlığı’nın elinde bulunuyordu. Fatih, Gedik Ahmet Paşa komutasında güçlü bir donanmayı, Kırım fethi için görevlendirdi. 1475’te büyük bir Osmanlı donanması, Kırım’a gönderildi. Cenevizlilere ait olan kentler, Cenevizlilerin Osmanlılarla savaşmak istememesi üzerine Osmanlılara teslim edildi. Ardından yaşanan taht kavgaları ve Altın Ordu Devleti’ne karşı ayakta durma zorluğu yüzünden Kırım Hanlığı 1477’de Osmanlı himayesine girdi. Kırım’ın fethiyle Karadeniz bir Türk gölü haline geldi. Bu sayede Karedeniz de ki Ceneviz üstünlüğü sona erdi ve İpek yolunun tüm denetimi Osmanlı Devleti’ne geçti.

Bosna ve Hersek Krallığı’nın Fethi

Sırbistan’ın fethinden sonra, Bosna kralı, her yıl Osmanlı’ya vergi vermeyi kabul etmişti. Osmanlıların Venediklilerle savaşmasını fırsat bilerek vergiyi göndermedi (Aynı yıl karada ve denizde 16 yıl sürecek Osmanlı-Venedik savaşı başlamıştı). Bunun üzerine bizzat Fatih, sefere çıktı. Bu sefer sonucu önce Bosna, daha sonra Hersek fethedildi. Bu fetihten sonra Fatih’in meşhur, Bosna Fransiskanları’nın özgürlüğü ile ilgili fermanı yazıldı. Bu ferman Osmanlıların ne kadar hoşgörülü ve adil olduklarının yazılı bir belgesidir:


"Ben, Sultan II. Mehmed Han, bundan böyle bütün dünyaya ilân ediyorum ki, Bosna Fransiskanları bu ferman ile benim korumam altındadır. Ve emrediyorum ki; Kimse bu insanlara veya kiliselerine zarar vermeyecek! Devletimde barış içinde yaşayacaklar. Göçmen haline gelmiş bu insanlar, güvende ve özgür olacaklar. Devletim sınırları içerisinde olan manastırlarına geri dönebilirler. Devletimden hiçbir önemli kimse, vezirler, kâtipler veya hizmetkârlar onların izzetlerini kıracak ya da onlara zarar verecek bir şey yapmayacaklar! Kimse onlara hakaret etmeyecek, tehlikeye atmayacak ya da kendilerine veya mallarına veya kiliselerine saldırmayacak! Ayrıca, bu insanların kendi memleketlerinden getirdikleri şeyler ve kimseler de aynı haklara sahiptir... Bu fermanı buyurarak, gökleri ve yeri yaratan Allah’ın ve onun Resûlünün ve ondan önceki 124,000 peygamberlerin adına kılıcım üzerine yemin ederim ki; hiçbir vatandaşım bu fermanın aksine hareket etmeyecek!"


Bosna ve Hersek halkı bir süre sonra Müslümanlığı kabul etti. Bu halkın Müslüman olması, geçmişten günümüze kadar Sırpların bir hedefi haline gelmesine sebep olmuştur.


Eflak ve Boğdan Seferleri

Yıldırım Bayezid zamanında vergiye bağlanan Eflâk Prensliği’nin başına Fatih tarafından III.Vlad (Kazıklı Voyvoda / Kont Drakula [evet vampir olan Drakula]) getirilmişti. (1456) Osmanlılara bağlı görünen Vlad aslında gizliden gizliye düşmanlık ediyordu. Vlad’ın Fatih’in elçilerini kazığa oturtarak öldürmesi üzerine 1462 yılında Fatih, Eflak’a bir sefer düzenledi (Burada bir parantez daha açmak durumundayız. Adı geçen III.Vlad yani Kazıklı Voyvoda’nın ceza yöntemi lakabından da anlaşılacağı üzere kazığa oturtmaktır. Kazığa oturttuğu kişilerin kanlarını fıçılarla içtiği rivayet edilen bu şahıs günümüzdeki Kont Drakula’ya esin kaynağı olacaktır ve vampir hikayelerinin baş kahramanı olacaktı). Boğdan’dan da yardım alan Osmanlı kuvvetleri Voyvoda'yı uzun süre takip etti. Neticede, sığındığı Macarların, Osmanlılarla yaptığı anlaşma üzerine Vlad’ı esir etmeleri ile mesele çözüldü. Fatih voyvodalığa Radul'u getirdi ve Eflâk bir Osmanlı eyaleti hâline geldi.


1455’ten itibaren Osmanlı Hâkimiyetini tanıyan Boğdan Prensliği’nin Kefe'nin fethinden sonra izlediği düşmanca siyaset üzerine Osmanlı kuvvetleri 1475 yılında Racova Savaşında yenilmesine rağmen 1476'da Boğdan'a girdi. Fatih'in bizzat başında olduğu Osmanlı kuvvetleri Boğdan ordusunu büyük bir bozguna uğrattı. Böylece Boğdan da yeniden Osmanlı hâkimiyetini tanımış oldu. Kesik başı II. Mehmed'e teslim edilen Kazıklı Voyvoda'nın mezarının yeri bilinmemektedir.

III.Vlad (Vlad Tepes / Kazıklı Voyvoda / Kont Drakula)

Arnavutluk Seferleri

Fatih Sultan Mehmet ile aynı sarayda yetişen ve sonra papalık ve Napoli Krallığı’nın desteği ile harekete geçen Arnavutluk hâkimi İskender Bey, vur-kaç taktiği ile Osmanlı kuvvetlerine baskınlar düzenlemekteydi. Bunun üzerine Fatih, bizzat sefere çıkmaya karar verdi. 1465 yılında gerçekleşen I. seferde, İlbasan Kalesi’ni yaptırıp, içine asker yerleştiren Fatih, Balaban Paşa'yı bölge için görevlendirerek, geri döndü. Ancak, Papa ve diğer devletlerden aldığı kuvvetlerle Türklere saldıran İskender Bey, Balaban Paşa’yı şehit etti ve İlbasan kalesi’ni kuşattı. Bunun üzerine Fatih II. Arnavutluk Seferine çıktı (1467). Ele geçirilen topraklarda yeni garnizonlar oluşturuldu. Bu sırada İskender Bey ölmüş ve yerine oğlu Gjon Kastrioti geçmişti. Fatih başlattığı 3. Arnavutluk seferinde Arnavutların elinde kalmış olan Kroya ve İşkodra kuşatıldı. 1479’da Arnavutluk da bir Osmanlı vilayeti durumuna geldi.

Fatih’e karşı Karamanoğulları ve Akkoyunlular ittifakı

Osmanlı Devleti'nin gelişen bu gücü karşısında Karamanoğulları, Doğu Anadolu'daki Akkoyunlular’la ittifak kurdu.


Fatih, 1466’da yeni bir Anadolu seferine çıktı. Karamanoğullarının başkenti Konya’yı ele geçirdi. Ama İstanbul'a dönünce Karamanoğulları, Osmanlılara geçen yerleri geri aldılar. Sonradan sadrazam olacak olan Gedik Ahmet Paşa 1471’de Karamanoğullarını bir kez daha yenilgiye uğrattı. Akkoyunlular, Karamanoğullarını desteklemeye devam ettiler. 11 Ağustos 1473’te Otlukbeli Savaşı’nda Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ı ağır bir yenilgiye uğrattı. Zaferden sonra beyler düşmanı takibi önerse II. Mehmed ileri gitmedi. Arazi pusu kurmaya elverişliydi, keşif birliklerinin düşmanı fark etmede geç kalmasını da göz önünde bulunduran II. Mehmed, düşmanın gitmesine göz yumdu. Daha sonralarda çatışmalar devam ettiyse de Akkoyunlular çöküş dönemine girmişlerdi. Böylece Osmanlı’nın o zamana kadarki kendisine denk ikinci ‘’Doğu Tehlikesi’’ni bu sefer alt etmeyi başarmışlardı. Acaba sırada hangi tehlike vardı? Cevap basit, Osmanlı’nın ‘’Üçüncü Doğu Tehlikesi’’ Safevîler olacaktı. Ama bu başka bir konu, başka bir padişah zamanında meydana gelecek bir olay.


Ertesi yıl da Karamanoğulları Beyliği tamamen ortadan kaldırıldı.


Otranto Seferi

100 gemiden oluşan Osmanlı donanması 28 Temmuz 1480 tarihinde Otranto limanına demir attı. Karaya çıkma yeri olarak ilk Brindisi düşünüldüyse de kıyı savunması olmadığı için Otranto tercih edildi. Sipahiler hemen şehri kuşattı, şehir direnmek istedi fakat fazla dayanamadan 11 Ağustos 1480 tarihinde fethedildi. Şehir halkının bazı ileri gelenleri Osmanlı’ya karşı geldikleri için idam edildi. Daha sonra bu şehitler papalık tarafından azizlik mertebesine ulaştırıldı. Bu şehitler günümüzde Napoli'deki Santa Caterina a Formiello kilisesinde yatmaktadır.

Osmanlılar şehre yerleştikten sonra Brindisi, Lecce, Taranto yönünde hamleler yapsalar da Napoli'den gelen büyük kuvvetler tarafından püskürtüldüler. Sultan ilerki zamanlardaki fetihler için Otranto'yu bir üs olarak kullanmak istiyordu fakat halkın büyük kısmı şehirden firar etti. Halk, şehre dönmeyi ve Türklere yiyecek ikmali yapmayı reddediyordu. Sonuçta Osmanlılar, kuvvetlerin çok büyük bir kısmını İtalya'dan çekerek şehirde, denizyoluyla beslenebilecek küçük bir garnizon bıraktı. Sultanın bir ordunun başında bizzat İtalya'ya geleceği söylentileri dolaşıyordu. Türk istilası korkusu öyle bir hal aldı ki Papa Fransa'daki Avignon'a kaçmayı bile düşündü ama bunu yapmak yerine Cenova, İspanya, Portekiz gibi çeşitli yerlerden yardım temin etti. Fatih'in 3 Mayıs 1481'deki vakitsiz ölümü ve II. Bayezid'in, Cem Sultan vakası yüzünden pasif bir siyaset izlemek durumunda kalması sebebiyle Osmanlı Devleti İtalya Seferi'ne gereken önemi verememiş ve bölgeyi boşaltmak zorunda kalmıştır.

Otranto Kalesi

Memlûk Sorunu

Fatih’in fetih tasarısı içinde olmakla birlikte uygulama alanına koyamadığı bir başka iş de Hicaz su yolları sorunundan kaynaklanan Mısır (Memlûk) sorunudur. Osmanlı – Memluk ilişkileri ilk defa Yıldırım Bayezid döneminde Malatya ve civarının alınmasıyla bozulmuştu. Fatih dönemine gelindiğinde de Memlûk sorunu üstte de belirttiğimiz Hicaz su yolları sorunundan ötürü tekrardan baş göstermişti. Tek neden buda değildi. Bu sorunun zaman zaman ortaya çıkmasında hiç kuşkusuz Maraş ve Elbistan taraflarında egemenlik süren Dulkadir Beyliğinin büyük payı da vardı. Çünkü bu beylik, çıkarları gereği, bir yandan Osmanlılara yakın görünmeye çalışırken, öte yandan da Memlûklere yakın bir siyaset izlemekteydi. Bunu bilen Fatih, karısının Dulkadir Beyi’nin kızı olması nedeniyle kendisine yandaş Dulkadir beylerini işbaşına getirerek istediklerini gerçekleştirme olanağı elde etmiştir. Bu sebeplerden ötürü Fatih, kimi kaynaklara göre Mısır, kimilerine göreyse (oğlu Cem’i Suriye sınırına göndermesine karşın) İtalya seferinin hazırlıklarını titizlikle sürdürdü ve her zaman olduğu gibi yalnız kendisinin bildiği sefere çıkmak üzere hazırlandı lakin ömrü bu nereye olduğu bilinmeyen son seferini gerçekleştiremeden vefat etti.

Fatih Sultan Mehmet’in ölümünde Osmanlı Devleti sınırları (1481)

Bilinmesi Gerekenler

Fatih Sultan Mehmet’in askeri alandaki başarıları kadar bilim ve sanata da vermiş olduğu önem unutulamaz. Dönemin önemli bilim adamlarından biri olan matematik ve astronomi bilgini Ali Kuşçu’yu İstanbul’a çağırmış ve İstanbul’da yaşaması için gereken her şeyi yapmıştır. İtalyan ressam Gentile Bellini’yi de 1479 yılında İstanbul’a çağırarak kendi portrelerini çizdirmiştir. Bellini aynı zamanda yeni sarayın duvarlarını Rönesans üslûbu fresklerle süslemiştir (Fatih’in ‘’Sofu’’ derecesindeki, gençliğinde uyuşturucuya kadar düşen, bağnaz oğlu II. Bayezid çok dindardı (!). Bellini’nin yaptığı meşhur tabloyu ve diğer tabloları Saray’dan atmıştır. Bellini’nin Saray’ın bazı duvarlarına yaptığı freskleri de sıvayla kapattırmıştır). Fâtih, Trabzonlu Rum âlimi Amiroutzes ile oğluna Batlamyus’un kitabını Arapça’ya tercüme ettirmiş ve bir dünya haritası yaptırmıştır. Latinceyi anadili gibi konuştuğu rivayet edilen Fatih Sultan Mehmet, Arapça ve Farsça da dahil olmak üzere 7 dil biliyordu. Türkçe, Farsça, Latince ve Arapça eserler bulunan kütüphanesi vardı ve Avni mahlası ile şiirler yazmıştı. Sanat ve bilimin gelişmesine yardımcı olan Fatih Sultan Mehmet, önemli nesir ustalarından Sinan Paşa ve şair Ahmet Paşa’yı da vezirlik mertebesine kadar getirmiştir. Kanuni’den çok daha önce kanunname ve anayasa hazırlatmıştır ve bu kanunname ile birlikte kardeş katli vacip kılınmıştır. Fatih’in saltanatı döneminde Osmanlı ülkesinde 500'den fazla mimari yapı yapıldı.


Onun adına yapılan en önemli yapı, İstanbul'da bir cami ile medrese, kitaplık, imarethane (aşevi), darüşşifa (hastane), hamam, kervansaray gibi birimleri kapsayan Fatih Külliyesi’dir. Üniversite anlamında Osmanlı tarihinde ve dünya tarihinde bilinen en eski eğitim kurumlarından olan Sahn-ı Seman’ı kurmuştur. Sahn-ı Seman İstanbul’un ilk Türk yükseköğretim kurumudur. Sahn-ı Seman, Kanuni tarafından açılan Süleymaniye Medreseleri zamanına kadar nakli ve akli bilimlerde öğrenci yetiştirmekteydi. Kanuni devrinde bu medreseler şeri ilimler ihtisası yapılan medreseler olmuşlar, Süleymaniye Medreseleri de aklî ilimlerin ihtisas yeri olmuştur. Fâtih Batı kültürünü ve Hıristiyan dinini de anlamaya çalışmıştır. Patrik Gennadios İ‘tikādnâme’sini onun için yazdığı gibi Georgios Trapezuntios, Hıristiyanlık ve İslâmiyet arasında esaslı fark olmadığı ve bu iki dinin uzlaştırılması suretiyle Fatih’in bütün milletleri idaresi altında toplayabileceği iddiasında idi. Hatta bu durum Avrupa'da Fatih'in Hristiyanlığa meylettiği şeklinde yorumlanmış ve Papa II.Pius padişahı Hristiyanlığa davet eden bir mektup kaleme almıştı. Tarihçi İlber Ortaylı bu konuyla ilgili olarak Fatih'in şüphesiz itikadı olduğunu fakat sofu derecesinde koyu bir Müslüman olmadığını belirtmiştir. Fatih devrinde Osmanlı kültürünün Batı kültürü ile serbest bir şekilde temasa geldiği ve sonraki devirde bunun sürdürülmediği de bir gerçektir. Çeşitli kaynaklar Fâtih’in felsefeye ilgisini belirtir. Fâtih, Amiroutzes ile felsefî konuşmalar yapardı; “Zira sultan en keskin zekâlı feylesoflardan biridir” ibaresi kaynaklarda geçmektedir.


Fatih döneminde karadan kuşatılıp alınamayan tek yer Belgrad, denizden kuşatılıp alınmayan tek yer ise Rodos Adasıdır. İki yerde ancak Kanuni zamanında fethedilecektir. Fatih döneminde Karadeniz bir Türk gölü haline gelmiştir.

Bellini’nin Fatih potresi. Resimdeki taçlar II.Mehmed’in kendinden önceki üç bey ve üç sultanı, öndeki 24 inci ise Oğuz boylarını temsil etmektedir. İktidarın merkezindeki Sultan bir ‘’tak’’ın arkasında (‘’Enderun, iç’’) resmedilirken biz ise, ‘’Asitane’’, yani eşiğin öteki tarafından bakmak zorunda kalıyoruz.


İstanbul’un Fethi Bir Çağı Kapattı mı?

Öncelikle, Ortaçağ’ın ne zaman ve hangi olayın sonucunda sona erdiği hususunda tarihçiler arasında bir konsensüs olmadığını belirtelim. İçlerinde İstanbul’un fethinin de bulunduğu olaylar arasında Amerika’nın Keşfi (1492) ve Protestanlığın ortaya çıkışı (1517) gibi değişik olaylar var. Bunların arasında yapacağımız tercih bir sonraki çağın tarihini nasıl okuyacağımızı da belirlemekte. Mesela, İstanbul’un fethini merkeze alan bir açaıklama tarihe sadece siyasi ve askeri güç üzerinden bakmayı da beraberinde getirecektir. Böyle bir tarih okuyuşu bundan sonraki yüzyılları da benzer bir siyasi ve askeri çerçeveden değerlendirmeye devam edecektir. Osmanlıların tarihi 1453’lerin, 1526’ların olrken Avrupa’nınki ise 1648’lerin, 1713’lerin tarihi olacaktır; merkantilizm, matbaanın yaygınlaşması, Aydınlanma gibi insanlığı yavaş ve sessiz, ancak kökten değiştiren şu yapısal faktörlerin değil.


Yani birazda tarihi nasıl okuduğumuza ve nereden baktığımıza, bakış açımıza, göre değişiyor bu durum.


Ulubatlı Hasan Gerçek miydi?

Bildiğiniz üzere, daha doğrusu anlatılagelene göre Ulubatlı Hasan İstanbul’un fethi sırasında Türk sancağını surlara diken şahıstır. Peki bu şahıs gerçekten var mı? Büyük ihtimalle yok. Yani tabi ki surlara sancağı diken birisi var ama o kişi bu kişi mi, yani Ulubatlı Hasan mı? Savaşın vuku bulduğu esnadaki karışıklıkta bu şerefe sadece tek bir kişinin nail olup olmadığını bilmiyoruz; durum böyle olsa bile bu kişinin kim olduğunun doğru bir şekilde saptanıp saptanmadığı da tartışmalı. Buna karşılık birden fazla Osmanlı kaynağında adı geçen Karışduran Süleyman Bey ise daha olası bir tahmin. Rumeli beylerinden olan bu kişi şehre ilk giren askerlerden olup sancağını surlara diktiğini bizzat oğlu yazıyor. Ardından İstanbul’un idaresinin kendisine verildiği ve son taaruzdan önce Fatih’in şehre ilk girene böyle bir ödül vadettiği düşünülürse, Süleyman Bey’in Ulubatlı Hasan’dan çok daha güçlü bir aday olduğu ortaya çıkar.


Yani demek istediğimiz şudur ki; bazı tahminlerle yetinmek ve tarihin puslu ve bulutlu bir ilim olduğunu kabul etmek gerekmektedir. Bir diğer deyişle Hatice’ye değil neticeye bakın. İstanbul fethedildi mi fethedildi, surlara sancağı ilk kimin diktiğine varana kadar bizim öğrenmemiz gereken daha çok ve önemli bilgiler var.

Fatih Gemileri Karadan Yürüttü mü?

Birden fazla dönem kaynağı bu harekâtı doğrulamaktadır ancak gene de her zaman olduğu gibi bir muhalif kesim var ve sorulan soru şu ‘’Nasıl olmuştur da 60-80 gemi bir gece de Haliç’e indirilebilmiştir’’. İlk olarak belirtmemiz gereken şey şudur ki o dönemin gemileri filmlerde gördüğümüz koca koca gemiler değildir, ‘’karadan yürütme’’ eylemini gerçekleştirebilecek boyutlardadır. Bir diğer altını çizmemiz gereken şeyde şudur ki, bu gemiler bir gecede karadan yürütülmedi. Bazı araştırmacılara göre bu strateji daha kuşatma başlamadan bir yıl öncesinde, Rumeli Hisarı’nın inşa edildiği günlerde zaten böyle bir plan olmasıydı. Zira tarihte gemileri karadan yürüten tek lider Fatih Sultan Mehmet değildi. Eğer Fatih Sultan Mehmet on beş yıl önce Venediklilerin Garda Gölü’nde yaptıkları benzeri bir harekâttan bihaberse, en azından Aydınoğlu Gazi Umur Bey’in yürüttüğü gemileri biliyor olmalıdır; büyük imparatorların hayatlarını okurken herhalde Umur Bey’in gazâlarını anlatan Düstûrnâme’yi de okumuştur.

Sonuç olarak, evet İstanbul’un fethi sırasında gemiler karadan yürütüldü ama ne bir gecede yürütüldü ne de bunu yapan ilk kişi Fatih Sultan Mehmetdi.

Kadırgaların karadan yürütülmesinin çağdaş bir sanatçı elinde yanlış resmedilmesi. Altta milletin canı çıkarken üstte naralar atıp ağırlık yapan yeniçerileri görüyoruz.

İstanbul’un Fethi Hadis-i Şerif’le Müjdelendi mi?

Hadis mecmuları arasında İstanbul’un Müslümanlar tarafından fethedileceğini söyleyen otuza yakın rivayet bulunmaktadır. Biri hariç hepsi fethi kıyamet gününe denk getiren bu rivayetlerin muhtevası ve zaman dilimlerindeki tutarsızlıklar, Osmanlılar zamanında pek fazla sorgulanmadan kabul edilmişlerdir. Zaten bizim hatamızda hep sorgulamamamız veya az sorgulamamızdan değil midir?

Bunların dışında kalan ve bugün de hala birçok tarihçinin referans aldığı tek rivayet "İstanbul elbet feth olunacaktır. Ne güzel kumandandır o kumandan ve ne güzeldir o askerler" şeklindeki hadis-i şeriftir. Bu noktada İstanbul’un fethiyle ilgili rivayetlerdeki birçok çelişkiye ve tarihi gerçeklere aykırı olgulara dikkat çeken ilahiyatçı olan İsrafil Balcı yukarıda belirttiğimiz hadisin güvenilir kaynakların hiçbirinde yer almadığının ve tam da bu yüzden klasik İslam tarihçilerinin bu rivayete itibar etmediklerinin altını çizmiştir. Öte yandan iktidarı şaibeli bir şekilde ele geçiren Muaviye gibi birinin böylece bir hadisin yaratacağı meşruiyeti siyasi emellerine alet etmemesi mümkün müdür? Yada Hz.Ömer’in Anadolu ile Suriye arasındaki geçitleri doğal sınır kabul edip daha gitmemesini nasıl açıklayacağız? Diğer bir hususta Fatih döneminin kaynaklarında söz konusu rivayete hemen hiçbir atıf yapılmamaktadır.


Yani gene bazı tahminlerle yetinmek ve tarihin puslu ve bulutlu bir ilim olduğunu kabul etmek durumundayız.


Fatih Sultan Mehmet Gayrimüslim midir?

Fatih Sultan Mehmed sık sık ilim insanlarıyla muhabbet içerisindeydi. Genç yaşta 6-7 dil biliyordu. Diğer dinlere hoşgörülü yaklaşmıştır, diğer Osmanlı padişahları gibi. İstanbul'un fethinden sonra dinlerini özgürce yaşamalarına izin vermiştir Rumlara. Aynı zamanda Bosna Fermanı ile dinlere olan hoşgörüsünü göstermiştir. Fatih, Osmanlıda ki bizzat portresini yaptıran ilk padişahtır. Bildiğiniz üzere İslam dininde heykelcilik,resim gibi sanatlar önceden hoş karşılanmıyordu (şirk koşulduğu düşünülüyordu, Yaratıcıya nazaran aynı güzellikte bir Ademoğlu ne resim ne heykel yapabilir diye düşünülüyordu) ama Fatih bunun aksine kendi portresini yaptırtmıştır. Çok zeki ve kendini geliştiren padişah mitolojiyle ilgileniyordu, Homeros'un meşhur İlyada Destanı'nın kopyasını hazırlatmıştı. Fatih'in yanında bulunan İtalyan nedimesi ona Antik Yunanistan'daki düşünürlerin ve Romalı tarihçilerin eserlerini okutmuştu. Fatih papaların, imparatorların, Fransa krallarının, Büyük İskender'in Lombardların vekayinamelerini okumuştu. Bizanslı aydın Gregorios Phrantezes, Fatih'in Büyük İskender, Roma imparatoru Augustus, Bizans imparatoru Büyük Konstantin ve Theodosios gibi şahsiyetlere karşı hayranlık beslediğini söyler. Hristiyanlığı yakından tanımak isteyen Fatih, İstanbul Ortodoks Kilisesine patrik olarak atadığı Gennadios ile Hristiyanlık akaidi üzerine müzakereye girişmiş ve bu müzakerenin yazılmasını istemişti. (Gennadios İtikadnamesi) Hatta bu durum Avrupa'da Fatih'in Hristiyanlığa meylettiği şeklinde yorumlanmış ve Papa II. Pius padişahı Hristiyanlığa davet eden bir mektup kaleme almıştı ama tabiki bu teklifi Fatih kabul etmemiştir. Fatih zamanında ki Kızıl Elma anlayışın ilk safhası İslam Peygamberi Hz.Muhammed'in hadisini yerine getirerek İstanbul'u almak olmuştur. Bazı rivayetlere göre de çıkacağı son sefer Roma üzerine olacaktı. Tarihçi İlber Ortaylı bu konuyla ilgili olarak Fatih'in şüphesiz itikadı olduğunu fakat sofu derecesinde koyu bir Müslüman olmadığını belirtmiştir.

Sonuç olarak gayrimüslim değil, Müslümandır Fatih. Öte yandan bu tür dini konular kişi farkı gözetmeksizin şahıs ile Yaratıcı arasında olduğundan bizi pek alakadar etmiyor. Bu konuları tartışana kadar bizim öğrenmemiz gereken daha çok ve önemli bilgiler var.


Fatih Sultan Mehmet’in Ölümü

Yeni bir imparatorluğun gerçek manada kurucusu olan Fâtih Sultan Mehmet, yeni bir sefer için Üsküdar’a geçtikten sonra Üsküdar ile Gebze arasında Hünkârçayırı (Maltepe civarında) denilen yerde 3 Mayıs 1481 de vefat etti. Ölüm sebebi nikris hastalığına bağlanır. Zehirlenerek öldüğü yolundaki iddialar Âşıkpaşazâde de yer alan bilginin yorumuna dayanır ve başka kaynaklarla doğrulanmaz. Türbesi yaptırdığı ve kendi adıyla anılan cami hazîresindedir. Ölüm haberi duyulduğunda bütün Avrupalı Hıristiyanların ve özellikle Vatikan’ın bayram ettiği, günlerce çan çalınarak bu olayın kutlandığı yazılmaktadır.

Fatih Sultan Mehmet (Minyatür : Kıyafetül’l- İnsâniyye fî Şemâili’l- Osmâniyye)

KAYNAKLAR :

1.MEHMED II – TDV İSLAM ANSİKLOPEDİSİ (Müellif : Halil İnalcık)

2.Vikipedi

3.Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ (1300-1600). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları (Halil İnalcık)

4.Bir Zamanlar Osmanlı Padişahlar Atlası (Boyut Yayınevi)

5.Kinross, Lord (1977). The Ottoman Centuries. İstanbul: Sander Kitabevi.

6.Babinger, Franz (2003). Fatih Sultan Mehmed ve Zamanı. İstanbul: Oğlak Yayınevi.

7.Kinross, Lord a.g.e. s.95

8.CNN Turk Eğrisi Doğrusu, 17.02.2012, dk: 19:59

9.Topkapı Sarayı Müzesi Arşiv, İstanbul

10.Kuruluşunun 700. Yılında Osmanlı (NESA Yayınevi)

11. Emre Kongar, Tarihimizle Yüzleşmek, Remzi Kitabevi

12.Bunu Herkes Bilir (Kronik Kitap Yayınevi – Doç. Dr. Emrah Safa Gürkan)

13.İstanbul’un Fethi – Olmaz Öyle Saçma Tarih! – Bölüm 6

14.Rise Of Empires : Ottoman

714 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

I.SELİM (YAVUZ)

Comments


bottom of page