Kanunlar Doğuyor -Antik Çağ’da Hukuk Faaliyetleri
Genel olarak hukukun doğuşundan bahsederken Mezopotamya’daki, Anadolu’da, Mısır’da, Akdeniz havzasında, Doğu Asya’daki önemli medeniyetlerden söz ederiz. Bunun sebebi bu döneme dair elimizdeki bilgilerin yetersiz olmasıdır. Bilinen en eski yazı olan Sümer çivi yazısıdır. Bulunan en eski çivi yazıları MÖ 3500 yıllarına aittir. Yani yazıya ilişkin ilk bilgiler günümüzden 5500 yıl önceye aittir. Elimizde daha eski dönemlere ilişkin bilgiler yoktur. Elimizdeki en eski hukuk metinleri, Antik çağdan günümüze ulaşan kanunlardır.
Mezopotamya Medeniyeti:
Sümerler
Mezopotamya’da bilinen en eski devlet Sümerlerdir. Yazıyı kullanan ilk kavim olarak bilinen Sümerler, yazılarını dayanıklı kil tabletler üzerine yazmışlardır. Bu sayede yazmış oldukları hukuki belgeler, binlerce yıl bozulmamış ve günümüze kadar ulaşmıştır, kanunları hazırladıkları döneme kadar örf ve adet hukukunu uyguladıkları anlaşılmaktadır. Sümerce yazılmış olan kanunlar:
Urukagina (2350)
Ur-Nammu (2100)
Ana-İttişu (2000)
Lipit-İştar (1900) Kanunlarıdır.
Bunlardan en bilineni ise Urukagina (Urgakina) Kanunlarıdır ancak bu kanunun metni günümüze ulaşmamıştır. Metni günümüze ulaşan en eski kanun metni Ur-Nammu Kanunudur. Babil ve Assur gibi Sami kökenli topluluklardaki kısas ilkesi, Hitit ve Sümer gibi uygarlıklarda yoktur. Görüldüğü üzere etnik, coğrafi, dini vb. sebeplerle kanunlar arasında farklılıklar da ortaya çıkmıştır.
Urukagina Kanunu
Urukagina tarihte bilinen ilk reforma öncülük eden lider olmuştur. Zengin kesimin fakire zulmetmesi karşısında ayaklanan halka destek olmuş adalet ve zulmü önlemek için devletin başına geçmiştir. Yazılı kaynak günümüze ulaşamadığı için kanun hakkındaki bilgiler farklı kaynaklardan derlenmiştir.
Kanunlardan önce zenginler fakirlerin evlerine kafalarına göre el koyabiliyorlardı; bu da demek oluyor ki mülkiyet hakkı korunmuyordu! Halktan birinin doğan eşeğini elini kolunu sallayarak alabiliyordu. Rahipler hakimlik yaparken rüşvet alıyorlardı, halktan ceplerini doldurmak için oldukça ağır vergiler alınıyordu.
Kanunlar sonucunda vergiler hafiflemiş, fakirlerin borç sebebiyle olan hapis cezalarıysa affedilmişti.
Ur-Nammu Kanunu
Metni günümüze ulaşan en eski kanun Ur-Nammu Kanunudur. Uzun bir sunuş metni ve 40 civarında maddesi vardır. Kanuna göre adam öldürme, hırsızlık, evlenmiş ama baba evinden çıkmamış kadına tecavüz, (kadın için) zina suçlarının cezası ölümdür. Pek çok suça para cezası öngörülmüştür.
Alıntılamak gerekirse:
“Nişanlanmış bir kızı, babası başka bir adama verirse, aldığı başlık parasının iki katını karşı tarafa öder.” (m.12)
Lipit-İştar Kanunu
Bahçe ve tarla ihlalleri, hayvan kiralama, aile ve miras hukuku ile kölelerle ilgili hükümler içermektedir. Hammurabi Kanunu, konuları bakımından bu kanunu tekrar etmiştir. Bazı maddeler de aynen tekrar edilmiştir.
“Bir adamın bahçesine hırsızlık için giren kişi 10 şekel gümüş öder.” (m.10)
“Efendisine kölelik bedelini ödeyen köle azat olur.” (m.14)
Eşnunna Kanunu
Ceza, borçlar ve miras hukuku hükümleri içermektedir. Zina eden kadına, başlık parası verilmiş ama baba evinde oturmaya devam eden bir kıza tecavüz edene ölüm cezası düzenlenmiştir. Eşnunna Kanunu, kısas ilkesine yer vermemiş, kişilere karşı müessir fiillerde para cezaları öngörmüştür.
“Eğer bir adam, bir adamın parmağını koparırsa 2/3 gümüş mana tazminat öder.” (m.43)
Babiller
Sami kökenli Amurru kabilesi tarafından kurulmuştur. Hazırladıkları kanunlarda Sami geleneklerin etkisi görülmektedir.
Hammurabi Kanunu
Hammurabi, Babillerin hatta Antik Çağ’ın en tanınmış kanun koyucusudur. Kendisinden önce hazırlanmış kanunlardan yararlanarak bir kanun hazırlatmıştır. Lakin bizim için 1901 yılında çözülmüş ve yayınlanmıştır. Hammurabi kanunları bir mabede dikilmiştir ve bu halkın kanunlarla tanışmasına sebep olmuştur.
Hammurabi kanunları esinlenilmiş kanunlardır. Bir önceki sayfada tabloda bahsettiğim iki kanun olan Lipit ve Eşnunna’dan esintiler hatta kimi maddelerinde doğrudan alınan yasalar vardır. Yine de hazırlanan tüm bu kanunlar içerisinde 282 maddeyle en kapsamlı olan da budur. Kanunnamede aile hukuku, ceza hukuku, borçlar hukuku, eşya hukuku, ticaret hukuku, köle hukuku, iş hukuku ile ilgili hükümler bulunmaktadır.
İlginç bir noktaya değinmek gerekirse Hammurabi Kanunları ve Tevrat oldukça benzerdir. Üstelik bu yasalar 400 yıl daha eskidir. Bu konuyu belki ikinci dönem yazacağımız yazılarda detaylı inceleyebiliriz.
Yeni Babil Kanunları
Hammurabi Kanunundan bin yıl sonrasına ait olan Yeni Babil Kanunlarının elimize ulaşan metin evlilik ve mirasla ilgilidir.
“Eğer bir adam/kadın bir adamın evine girip birisini öldürürse, katiller ev sahibine verilir –köle olarak -.”
Hukuki Hayat
Yasalara bakıyoruz fakat işin bir de diğer yüzü var, bu yasalar nasıl işliyor? Şöyle ki tapınakların içindeki mahkemeler var, bunlara Temyiz adı veriliyor. Hakimler ise genellikle rahiplerden seçiliyor.
Ceza hukukunda; Kısas ilkesini uygulamışlar. Sami ırkından olmalarının bunda etkili olması muhtemeldir.
Kasame kurumuna benzer bir kurumları var. Hırsızlık ve cinayet suçlarında fail bulunamazsa çevredekiler tarafından tazmin söz konusu oluyor. Cezaların şahsiliği ilkesi tam yerleşmemiş. Bu ciddi bir mesele o yüzden örneklendirip yorumlanabilir hale getirmekte fayda var.
“Yaptığı binanın yapımındaki kusurdan dolayı çökmesi sonucu ev sahibi ölmüşse, binayı yapan usta da ölümle cezalandırılır. Eğer binanın altındaki kalıp ölen ev sahibinin oğlu ise, binayı yapan ustanın da oğlu öldürülür.” (Hammurabi, m.229)
Kısas; her zaman için tartışmaya açık bir konu.
Evlenme ve nişanlanma hükümleri Sümerler ile benzerdir. Boşanma hükümleri günümüz hukuku ile benzerdir. Haksız olan, aldatan taraf haklarını kaybetmiştir. Kadının statüsü Mısır ve Roma’dan daha geridir; ancak Yunan’dan ve Ortaçağ Avrupası’ndan ileridir. Evlat edinme kurumu kabul edilmiş ve çocuğu olsun olmasın kişilerin evlat edinebilecekleri düzenlenmiştir.
Assurlular
Bir süre Babillerle komşu olarak yaşamışlardır. Asurlular Hammurabi kanunlarını uygulamaya devam etmişlerdir. Sümer ve Hitit medeniyetlerinden etkilendikleri düşünülmektedir.
Orta Assur Kanunu
Orta Assur döneminde hazırlanmış bir kanundur. Hammurabi Kanunu ile benzerlikleri vardır. Hz. Musa’nın yaşadığı dönemde veya yakın bir geçmişte hazırlandığı tahmin edilmektedir.
Tabletler üzerine 90 maddelik ve ceza hukuku ağırlıklı olarak hazırlanmıştır. Diğer kanunlardan çok daha sistematiktir. Hukuki hayata bakmak gerekirse eğer yargı bu sefer krala aittir ayrıca yargılama şekli de halkın önünde aleni şekilde yapılarak suça meyillilerin de gözlerinin korkması sağlanmıştır. Cezalar da bu doğrultuda oldukça ağırdır.
Ölüm cezası verilen kişiler arasında zina yapan kadın, evli kadınla evli olduğunu bilerek zina yapan erkek, evli kadına tecavüz eden, hamile kadını öldüren, çocuğunu bilerek düşüren kadın, büyü yapan kişiler bulunmaktadır.
Hürler örtülü olarak adlandırılmıştır. Sokağa başları örtüsüz çıkmaları yasak kabul edilmiştir. Fahişelerin ve kölelerin de başları örtülü çıkmaları yasaklanmıştır. Başörtülü gezen fahişelere ceza verilmiştir. Köle hukuku Assurlularda da gelişmiştir. Köle ticareti itibarlı meslekler arasında görülmüştür.
Anadolu Uygarlığı:
Hititler
Merkezleri Çorum yakınındaki Hattuşa olan Hititler, Anadolu, Suriye ve Irak’ı içine alan bir devlet kurmuşlardır. Kral mutlak hakimdir. Aynı zamanda en büyük din adamıdır. Hititlerde panku (pankuş) adı verilen zadegan meclisi geniş yetkilere sahip bir meclistir. Kralı, asilleri ve yüksek memurları yargılama yetkisi vardır.
Kral, pankuya danışmadan karar alamamıştır. Kralın belirlediği veliaht da panku tarafından onaylanmıştır. Yani Pankuşlar kralın yetkilerini sınırlamışlardır.
Hititler özgün bir hukuk oluşturmamışlar, daha çok Babillerden ve diğer Mezopotamya devletlerinden etkilenmişlerdir. İslam inancındaki Mahkeme-i Kübra (En büyük mahkeme, ahirette bütün insanların amel defterlerinin tartıldığı ve dünyada yaptıklarının hesabını verecekleri yer.) gibi dinsel bir mahkemenin de insanları yargılayacağına inanmışlardır.
Hitit kanunları çivi yazısı şeklinde tabletlere yazılmıştır. İki yüz paragraftan oluşmuştur. Diğerlerinden farklı olarak Hititlerde uluslararası anlaşmalar da yer almaktadır. Dünyanın bilinen ilk yazılı barış anlaşması Hititler ile Mısırlar arasında yapılan Kadeş Anlaşmasıdır -anlaşma metni İstanbul Arkeoloji Müzesindedir.-
MÖ 14. asırda hâkimlere tarafsız olmaları, rüşvet ve hediye almamaları, zor davaları basitleştirmemeleri için Kral II. Tuthaliya tarafından bir talimat gönderilmiştir.
Hititler çok daha insani cezalar vermişlerdir ve ağırlıklı olarak para cezasına yönelmişlerdir. İdam ve işkence cezaları da kaldırılmıştır. İsyan ve dine hakaret suçlarında cezaların şahsiliği ilkesi uygulanmamıştır. Suçlunun ailesi de cezalandırılmıştır. Kısas uygulaması yerine, mağdurun zararının giderilmesi, tazminat yoluyla tatmin edilmesi şeklinde uygulama yapmışlardır.
Hititler devletleri savaş halinde oldukları, sulh halinde oldukları ve himaye altında tuttukları devletler olarak üçe ayırmıştır. Bu yönüyle Hitit anlayışı ile İslam hukuku arasında dikkat çekici bir benzerlik vardır.
Satım, kira, iş, karz ve takas sözleşmelerinin uygulandığı anlaşılmaktadır. Kredi ve borç sözleşmelerinde % 30 ile % 180 arasında değişen faiz oranları uygulanmıştır. Yasa maddeleri, tarım ve arazi mülkiyetiyle ilgili konular yanında satın alma ve kira ile uğraşır. Bunlar arasında hayvanlar, tarım üretim maddeleri ve tarım aletlerinin kiraya verilmesi vardır. Herhalde ev kiralanmadığından ve toprak devlet ve tapınağa ait olduğundan, yasalarda ev veya toprak kirası eksiktir. Yasalarda hayvan ve eşyaların kira fiyatları sistematik bir şekilde kaydedilmiştir.
Ticari Nitelikli Belgelerdeki Kayıtlar
Hitit Devleti’nde belli bir ticaretin yapıldığından ve kralın ticaretin gelişmesine ilgi duyacağından yola çıkıldığında, böyle belgelerin bozulabilir malzeme üzerine yazılmış oldukları (ve bundan dolayı günümüze ulaşmadıkları) da düşünülebilir. Bu noktada kayıtların Hitit yazılı kaynaklarında da kullanıldıkları belirtilen ahşap levhalar üzerinde tutuldukları akla gelmektedir.
Hitit Devleti’nde ticaretin var olduğunu kanıtlayan en önemli belge, kuzeydeki Kaşka Ülkesinin o dönemdeki sınırına yakın yerlerde mal alım satımı ile ilgili bilgi veren ve Hattuşaş’ta bulunmuş olan bir belgedir (Alparslan, 2006: 383). Belge yalnızca Kaşka bölgesindeki müttefiklerin, Hitit Devleti’nin topraklarında ticaret yapmalarına izin verildiğini açıklayan bir antlaşmanın ilk denemesini yansıtır.
Ayrıca, ticaretin yalnızca sınır beyinin uygun gördüğü yerlerde yapılması emredilmektedir. Düşman Kaşka boylarının ticaret yapmaları tümüyle yasaklanmıştır. Elde bulunan bu metinden Hitit Kralı’nın ticaretin denetlenmesine ne denli önem verdiği anlaşılmaktadır.
Antik Kanunlar ve Dinler Üzerindeki İzleri
Nuh Tufanı
Çok eski çağlarda, insanlığı yok etmek amacı ile Tanrı tarafından büyük bir tufan yapıldığı hikâyesinin, yalnız, ilk kutsal kitap Tevrat'ta yazılı olduğu biliniyordu. Fakat geçen yüzyıl içinde Ninive'de yapılan kazılarda çıkan Asur Kralı Asurbanipal’ın Kütüphanesi içindeki bir tablette aynı hikâye okununca (1872) büyük bir şaşkınlık yaşanmış ve bu inanç kökünden sarsılmıştı, Gılgamış Destanının son kısmını oluşturan bu hikâye, ölümsüzlüğü arayan Gılgamış'a, tufandan kurtulup Tattılar tarafından ölümsüzlük verilen Utnapiştim tarafından anlatılmıştı.
Buna göre kısaca: insanlar öyle çoğalmıştı ki, Tanrılar onların gürültü ve şamatasından uyuyamaz olmuşlar. Bunun üzerine dört büyük Tanrı, bu insanları bir Tufan ile yok etmeye karar veriyorlar. Bilgelik Tanrısı (Enki), yarattıkları insanların ortadan kaldırılmasına çok üzülüyor ve Şuruppak şehrinde yaşayan Utnapiştın Vin evinin duvarından seslenerek, Tanrıların bir tufan yapmaya karar verdiklerini, bir gemi yapmasını söylüyor. Geminin tarifini veriyor. Adam söylendiği şekilde gemiyi 7 günde tamamlıyor. Gemi yapıldığı müddetçe çeşitli hayvanlar kesiliyor; beyaz, kırmızı ve su katılmamış şaraplar nehir suyu gibi bol olarak içiliyor, adeta yılbaşı törenlerine benzer şenliklerle işler yapılıyor.
Utnapiştim geminin içine ailesini, akrabalarını, sanatçıları, kırların evcil ve yaban hayvanlarını dolduruyor. Bu arada altın da almayı unutmuyor. Geminin kapısı kapanır kapanmaz şiddetli bir fırtına ile birlikte yağmur boşanıyor. Sular yalnız gökten boşanmakla kalmıyor, Yer Tanrıları da yerden fışkırtıyor sularla. Tufan öyle azgınlaşıyor ki, onu yaptıran Tanrılar bile korkuyor. Bu kıyamet 6 gün 6 gece sürdükten sonra yedinci gün gemi Ni-sir Dağına oturuyor.
Yaratılış
Sümer efsanesine göre evrende ilk olarak Tanrıça Nammu adında büyük uçsuz bucaksız bir su vardı. Tanrıça o sudan büyük bir dağ çıkarıyor Oğlu Hava Tanrısı Enlil, onu ikiye ayırıyor. Üstü gök oluyor, Gök Tanrısı onu alıyor, yer olan altı da Yer Tanrıçası ile Hava Tanrısının oluyor. Bilgelik Tanrısı ile Hava Tanrısı yeri bitkiler, ağaçlar, sularla donatıyor. Hayvanlar yaratılıyor ve hepsini idare edecek Tanrılar meydana getiriliyor.
"Suların yüzü üzerinde Allah’ın ruhu hareket ediyordu. Allah suların ortasında kubbe olsun, suları ayırsın dedi ve Allah kubbeyi yaptı. Altta olan suyu üstte olan sudan ayırdı ve Allah kubbeye 'gök' ve alttaki kuru toprağa 'yer' dedi,"
27 Tevrat Tekvin 1:2-9.
Babil Kulesi
Tevrat’ta anlatılana göre kısaca hikâyeyi özetlenirse: Çok eskiden insanlar sadece tek dilde konuşuyormuş. Bu insanlar kendilerini korumak amaçlı ve göğe erişebilmek amaçlı bir şehir ve dev gibi bir kule yapmak istemişler.
Sonra tanrı olanları görüp, gökten yere inip (!) bu insanların dillerini bozmuş, insanlar ayrı dillerde konuşmaya ve birbirini anlamamaya başlamış. Böyle kulenin ve şehrin yapımı yarım kalmış. Bundan dolayı da oraya Babil ismi konulmuş.
Buraya kadar her şey normal. Fakat nerdeyse aynı hikâyeyi Sümerlerde de görünce şaşırmamak elde değil. Muazzez İlmiye Çığ aradaki benzerliği kitabında şu şekilde ele almış:
“ Çok eski günlerde gerek Sümer ülkesi, gerek komşuları bolluk ve huzur içinde yaşıyorlarmış. Hepsi de Hava Tanrısı Enlil’e tek dilde dua ediyorlarmış. Bilgelik tanrısı Enki, Enlil’in üstünlüğünü kıskanarak insanlar arasında bozuşmayı, savaşı çıkararak bu güzel çağa son veriyor ve çeşitli diller koyarak insanların birbirleriyle anlaşmalarını önlüyor.
Aynı konu Tevrat’ta şöyle:
‘Ve bütün dünyanın sözü bir, dili birdi. Şarktan göçtükleri zaman Sinear diyarında bir ova buldular, orada oturdular. Birbirlerine ‘gelin kerpiç yapalım, onları iyice pişirelim. Onların taş yerine kerpiçleri, harç yerine ziftleri vardı. Yeryüzüne dağılmayalım diye kendimize bir şehir, başı göklere erişecek bir kule yapalım’ dediler. Ve Âdemoğullarının yapmakta olduğu şehri ve kuleyi görmek için Rab indi. Onlar bir kavim, hepsinin tek dili var. Gelin inelim, birbirlerinin dilini anlamasınlar diye onların dilini karıştıralım. Rab onları oradan dağıttı ve şehri bina etmeyi bıraktılar. Bundan dolayı onun adına Babil dendi.’
(Tekvin 11:1–9)
Kaynakça:
Kur´an, İncil ve Tevrat’ın Sümer’deki Kökeni, basım 20, 2009, s.39
Comments