İkinci Anadolu Beylikleri, Kösedağ Savaşı sonrası kurulmaya başlanan ve 1500 lere kadar devam eden Anadolu'daki Bağımsız ve dağınık devletçikler dönemine ve bu beyliklerin geneline denir .
Büyük Selçuklu hükümdarı Alparslan’ın 1071 Malazgirt Meydan Muharebesi’nde Bizans İmparatoru Romen Diyojen’i yenilgiye uğratarak Anadolu’daki Bizans hakimiyetini kırmasından sonra Türklerin şanlı zaferleri başlamıştır. Türk akıncıları olan Kutalmışoğlu Süleyman Şah, Çağrı ve Tuğrul Beyler tarafından yapılan akınlardan sonra kurulan beylikler Anadolu Beylikleri döneminin ilkini oluşturmaktadır.
Birinci Anadolu Beylikleri adı verilen bu ilk dönem özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde kurulan beylikler tarafından oluşturulmuştur. Birinci Anadolu Beylikleri döneminde kurulan Anadolu Selçuklu Devleti’nin Kösedağ Savaşı’nda Moğollara yenilmesiyle Anadolu’daki siyasi birliğin bozulmasından sonra yeniden kurulan beylikler ise İkinci Anadolu Beylikleri Dönemi’ni oluşturmuşlardır. İkinci dönem beyliklerden en güçlüsü Karamanoğulları ile Germiyanoğlulları’ydı. Osmanoğulları daha sonra güçlenerek imparatorluk olmasına rağmen Anadolu Beylikleri arasındaki güçsüz beyliklerden biriydi. Osmanoğulları, Marmara kıyılarında hakimiyet kuran Karesioğullarını ele geçirerek yıktılar ve beyliklerin kimi kentlerini satın alarak, kimilerini de akrabalık yoluyla ele geçirerek Anadolu’da giderek güçlendiler. İkinci Dönem Anadolu Beylikleri Türkiye Selçuklularının yıkılmasından sonra kurulmuştur.
Türkiye Selçuklarının Yıkılmasından Sonra Kurulan 2. Dönem
Anadolu Beylikleri
Selçuklu Hükümdarı olan Alparslan en iyi komutanlarını Anadolu’yu fetih için görevlendirmiştir. Bu komutanlardan biri olan Kutalmışoğlu Süleyman Şah Anadolu Selçuklu devletini kurarak Türkmen beyleri ve aşiretleri Bizans ve Kilikya sınırlarına yerleştirmiştir. Bu bölgeleri Türkleştirmek ve bu Hristiyan devletleri kontrol altında tutmaya çalışan Anadolu Selçukluları, 1243 Kösedağ Savaşı’nda Moğollara yenilince emri altındaki bütün uç beylikleri ve aşiretler bağımsızlıklarını ilan etmeye başladılar. Moğolların bir kolu olan İlhanlılar’ın hakimiyetine giren Anadolu’da ki Türk Birliği böylece bozulmuş olur. Bu beyliklerden biri olan Osmanlı Beyliği, zamanla kurulan beyliklerin çoğunu hakimiyeti altına alarak büyük bir devlet haline geldi.
AYDINOĞULLARI (1308-1426)
Aydınoğulları, Aydınoğlu Mehmed Bey tarafından 1308’de Aydın ve çevresinde kurulmuştur. Önceleri Germiyanoğullarına bağlı olarak kurulan beylik daha sonra Bizans’tan Birgi’yi alıp burayı başkent yapmalarıyla bağımsızlıklarını ilan ettiler. Ödemiş, Sultanhisar ve İzmir’i ele geçiren Aydınoğulları Ayasuluğ’da (Selçuk) Aydınoğullarının ilk donanmasını kurdu. Devletin kurucusu olan Mehmed Bey’in 1334 yılında vefatından sonra beyliğin başına Umur Bey geçmiştir. Beyliğin hükümdarı olan Umur Bey Selçuk ve İzmir’de tersaneler kurdurdu. Sakız, Bozcaada, Eğriboz, Mora ve Rumeli kıyılarına akınlar düzenledi. Umur Bey’in Alaşehir’i ele geçirmesinin ardından Venedik, Ceneviz, Rodos Şövalyeleri ve Kıbrıs Krallığı birleşerek bir donanma oluşturdular. Aydınoğulları’na karşı koymak için kurulan Birleşik Haçlı donanması İzmir’i ele geçirerek (1344) beyliğin donanmasını kaybetti. Aydınoğulları Umur Bey’in 1348 yılında vefatından sonra eski gücünü yitirmeye başladı. Denizden Haçlılar, karadan da Osmanlılara karşı koyamadı. İsa Bey, beyliğin yıkılması yerine beylik toprakalrını 1390 yılında Yıldırım Bayezid’e bıraktı. Yıldırım Bayezid’in 1402 yılında Ankara Savaşı’nda yenilmesinin ardından Timur beyliğe eski topraklarını geri verdi. Beyliği ele geçiren İzmiroğlu Cüneyd Bey, Osmanlı Devleti aleyhinde bir sıra çalışmalara katıldı. Aydınoğulları Beyliğine 1426 yılında II. Murad tarafından son verildi ve beyliğin toprakları Osmanlı Devleti’nin kontrolüne girdi.
KARAMANOĞULLARI (1256-1487)
Karaman Bey tarafından Konya ve Karaman’da kuruldu. Güçlü bir beyliktir. Anadolu’da ilk defa Türkçe’yi resmi dil olarak kullandılar. Osmanlı Devleti ile mücadele eden beylik, 1487 yılında tamamen Osmanlı hakimiyetine girdi. Karamanoğulları, Osmanlının Anadolu’da oluşturmaya çalıştığı Türk Birliğinin en çok zorlaştıran beyliktir.
Karamanoğulları'nın kökeni ağırlıklı olarak yukarı Hazar Havzasından bugünkü
Azerbaycan ve Güney Azerbaycan alanına kadar Hazar Boylarında yayılmış Dışoğuz ve İçoğuz Boy ve taifeleriden'dir. Sivas 'a göç eden Hoca Saadettin'in oğlu Nure Sufiye 'ye dayanmaktadır. Karamanoğulları Beyliği Toplumunda Oğuzların Salur alt grupları ile çok yaygın ve kalabalık Nüfus sahibi olmuştur . Afşar Boyu ve Taifeleri sonradan bugünkü
İran ve Suriye Bölgesinden Adana üzerinden Karaman topraklarına Yörük olarak girmişler. Anadolu'da yayılmış olan Babailer tarikatına girerek yöredeki diğer Türkmenler üzerinde etkisini göstermiş ve Hristiyanlara ait yerleri ele geçirerek topraklarını genişletmiştir. Nure Sofi'nin oğlu Kerimeddin Karaman Bey 13. yüzyılda buradan başlamak üzere Kilikya bölgesinin büyük bir kısmında güç sahibi olmuş. Bunun üzerine Anadolu Selçuklu Devleti sultanı I. Alaeddin Keykubad tarafından eski adı
Germanikopolis olan Ermenek merkezli bu beyliği bölgenin beyi olarak atamıştır.
Osmanlı Devleti'nin Balkanlar'da ilerlediği dönemde Karamanoğulları bir Osmanlı kenti olan Beyşehir'i ele geçirmişti, bunun üzerine Osmanlılar, Konya'ya ilerlemişti. Bunun üzerine iki beylik arasında bir antlaşma imzalanmış ve bu antlaşma II. Bayezid yönetimine kadar geçerli olmuştu.
1403 yılında Timur'un Anadolu seferi sırasında Timur'a bağlılığını sunan beyliğin yönetimi bizzat Timur tarafından II. Sultanzâde Nâsıreddin Mehmed Bey'e verilmiştir. Bu durum Büyük Timur İmparatorluğu ile savaş halinde olan Osmanlı Devleti ile Karamanoğulları arasındaki güç mücadelesini Karamanoğulları lehine çevirmiş ve beylik Osmanlı himayesindeki toprakları ele geçirmeye başlamışlardı. Bursa'yı kuşatan Karamanoğulları, kenti ele geçirememiş, ancak Osmanlıların başkenti olan bu kenti yağmalamışlardı.
1443-1444 yılları arasında yapılan Varna Savaşı esnasında Karamanoğlu İbrahim Bey, Ankara ve Kütahya'yı ele geçirmiş, Varna Savaşı'ndan zaferle dönen II. Murat Karamanoğulları'na sefer düzenlemiştir. Beylik 1487 yılında Osmanlı topraklarına katılmıştır. Bugün halen Yukarı Hazar Havzasında Karaman Adında ve Anadolu - Karaman Beyliğinin kurucu unsurların Taifelerinin adında yerleşim yeri adları mevcuttur.
KARESİOĞULLARI (1304-1360)
Karesi Bey tarafından kurulan beylik, Balıkesir ve Çanakkale’de hakimiyet kurdu. Orhan Bey zamanında Osmanlı’ya katılan beylik, böylece Osmanlı Devleti’ne önemli devlet adamları (Hacı İlbeyi, Evranusoğlu, Ece Halil) kazandırdı. Karesi donanması Osmanlı donanmasının temellerini oluşturmaktadır.
Anadolu Selçuklu Devleti’nin çökmesinden sonra uç beyleri tarafından kurulan küçük devletlerden biri olup adını kurucusu Karesi Bey’den alır. Karesioğulları’nın menşei hakkında kaynaklarda herhangi bir bilgiye rastlanmamaktadır. Karesi Bey, Bizanslılar’ın karşı hücumlarıyla geçirilen birkaç yıldan sonra Balıkesir’de çöküş halindeki Selçuklu Devleti’ne karşı bağımsızlığını ilan ederek kendi adını taşıyan beyliği kurdu. Onun ölümü üzerine yerine oğlu Yahşi Bey geçti. İdare merkezini Bergama’ya taşıyan Yahşi Bey kardeşi veya oğlu olduğu sanılan Demirhan Bey’i de Balıkesir’in idaresiyle görevlendirdi. Fakat Demirhan Bey müstakil bir bey gibi hareket etti ve böylece Karesioğulları’nın biri Balıkesir, diğeri Bergama olmak üzere iki merkezden yönetilen geniş topraklara sahip bir beylik haline geldi. 1334 yılında
Edremit sularında Yahşi Bey’in kumandasındaki Türk donanmasıyla Haçlılar arasında meydana gelen şiddetli savaşta Haçlı donanması Türkler’i ağır bir yenilgiye uğrattı. Haçlılar’ın bu başarısı Ege’deki Türk yayılmasını geçici olarak durdurduysa da tamamen önleyemedi; kısa sürede kendilerini toparlayan
Karesioğulları ile diğer beylikler akınlarına tekrar başladılar. 1337 yılından sonra Yahşi Bey hakkında herhangi bir bilgiye rastlanmamakta, o sıralarda veya bir süre sonra vefat ettiği sanılmaktadır. Bu tarihten sonra Karesi Beyliği karışıklıklar içine düştü ve 1345 yılında Osmanlı Beyliği topraklarına katıldı. Orhan Bey ele geçirdiği Karesi topraklarını oğlu Süleyman Paşa’ya ikta etti.
Beylik, 40.000 atlı askerden oluşan bir kara ordusuna ve etkili bir donanmaya sahipti. Karesi Beyliği’nin denizcilikteki ileri seviyesi Osmanlı bahriye teşkilatı için bir kaynak ve örnek teşkil etmiştir denilebilir. Balıkesir’de bol miktarda ipek ve ladin reçinesi üretilmekte ve Avrupa pazarlarına gönderilmekteydi. Günümüzde Karesi Beyliği’nden kalan herhangi bir mimari eser yoktur. Karesioğulları’ndan Yahşi Bey ile oğlu
Beylerbeyi’ne ait gümüş ve bakır sikkeler mevcuttur. Karesi soyunun hemen hemen 18. yüzyıla kadar devam ettiği ve mensuplarından bazılarının kendilerine Osmanlı sultanları tarafından verilen vakıfları yönettikleri, bazılarının da tımar sahibi ve yaya müsellem sıfatıyla Osmanlı devlet teşkilatında görev aldıkları bilinmektedir. Balıkesir’de Zağanos Paşa Camii civarında Karesi Dede adıyla ziyaretgâh haline getirilmiş, Karaisa adıyla da anılan bir türbe ve içinde biri büyük, altısı küçük yedi kitabesiz sanduka bulunmaktadır.
GERMİYANOĞULLARI (1299-1429)
Yakup Bey tarafından kurulan beylik, Kütahya’da kuruldu ve II. Murad zamanında Osmanlı Devleti’ne katıldı (1429). Osmanlı’ya hem çeyiz hem de miras yoluyla topraklarını devretmiştir. Aynı zamanda o dönemde kurulan en güçlü Anadolu beyliğinden biridir.
İlk olarak Selçuklu hakimiyetinde hüküm süren bir Türk aşireti olan Germiyanoğulları 13. yüzyılın sonlarında Kütahya ve civarında egemenlik gösteren bir beylik halini aldı. Beyliğin ilk idarecisi Yakub Bey’dir. Yakup Bey dönemi aynı zamanda Germiyanoğulları’nın en güçlü dönemidir. Yakup Bey devrinde Bizans’tan yıllık vergi alındı. Yakup Bey’den sonra başa oğlu Mehmet Bey geçti ve Katalanlar tarafından işgal edilen Kula ve Angir’i aldı. Daha sonra yerin oğlu Süleyman Şah geçti. Süleyman Şah beyliğini korumak adına Osmanlılar ile akrabalık kurmak istedi. Böylece kızı Devlet Hatun’u 1. Murat’ın oğlu Bayezid’a verdi. Çeyiz olarak da Kütahya ve civarını vererek toprakları üzerinde bir Osmanlı koruması oluşturmaya çalıştı. Süleyman Şah’ın ölümü üzerine yerine 2. Yakub geçti. Kosova Savaşı 1. Murad’ın şehit olması üzerine çeyiz olarak verilen yerleri geri alma düşüncesiyle Osmanlılar’a karşı harekete geçti fakat Bayezid kendisini hapse atarak bütün Germiyan topraklarını idaresi altına aldı. Bayazid’ in Ankara Savaşı sırasında Timur’a yenilmesi üzerine Yakub Bey eski topraklarını geri kazandı. Osmanlıların başında Çelebi Mehmet’in olduğu 1410 yıllarında ise
Karamanoğulları Kütahya’yı ele geçirmiş olsa da Çelebi Mehmet buraları tekrar alarak Yakup Bey’e verdi ve Germiyanoğulları 1428’e kadar Osmanlı hakimiyetinde bir beylik olarak devam etti. Yakub Bey erkek çocuğu olmamasından dolayı 2. Murat’a ölümünden sonra topraklarını ona bıraktığını bildirdi ve kısa bir süre sonra da öldü.
Germiyan toprakları el-emirü'l-kebir, sultanü'l -Germiyaniyye gibi isimlerle anılan beyler tarafından beyliğin yöneticisi adına yönetildi. Beyliğin teşkilatlanması merkez konumunda olan Kütahya’da bulunan sarayda yapıldı. Toprak sistemi ve idaresi gibi konularda ise Selçuklu devlet teşkilatının devamı niteliğindeydi.
CANDAROĞULLARI (1292-1461)
Şemseddin Yaman Candar tarafından kurulan beylik, Fatih Sultan Mehmet zamanında hakimiyetini Osmanlı Devleti’nin hakimiyetine girmiştir.
Çobanoğulları Beyliği’nin yerini alan Candaroğulları’nın tarih sahnesine çıkışı, devirle ilgili kaynakların yetersizliği yüzünden tam olarak bilinmemektedir. Beyliğin kurucusu olan ve ona adını veren Candar’ın hangi Türkmen boyuna mensup olduğu belli değildir. 1308 yılında ölen Candar’dan sonra yerine oğlu Süleyman Paşa geçmiştir. Kastamonu ve Safranbolu’yu alarak hakimiyet sahasını genişleten Süleyman Paşa beyliğin merkezini Kastamonu’ya nakletti. Bununla birlikte beyliğin topraklarını genişletmesine rağmen
İlhanlı hakimiyetini tanımaya ve onlara vergi vermeye devam ettiği anlaşılmaktadır.
Ancak 1335 yılından sonra Süleyman Paşa bağımsızlığını ilan ettiğinin göstegesi olarak “es-sultanü’l-a‘zam” unvanını kullanarak adına sikke bastırdı. Süleyman Paşa döneminin en büyük başarısı, Sinop’un ilhakı ve buna bağlı olarak Karadeniz ticaretini ellerinde tutan Cenevizliler’le temasa geçilmesidir. 1341 yılında oğlu İbrahim Süleyman Paşa’nın yerine geçti ve Gıyaseddin unvanıyla anıldı. Onun hükümdarlık dönemine ait en önemli olay, 1341’de Venedik ve Cenevizliler’le yapılan deniz savaşı sonunda birçok düşman gemisinin ele geçirilmesidir. 1361 yılında Kötürüm lakaplı Bayezid beyliğin başına geçti ve onun döneminde Osmanlı Devleti ile münasebetler dostça gelişti. 1385 yılında ölmesi üzerine Sinop beyliğine oğlu İsfendiyar geçti. Yıldırım Bayezid büyük bir ordu ile Candaroğlu ülkesine girdi ve Candaroğulları Beyliği’nin Kastamonu şubesini Osmanlı Devleti topraklarına kattı. Bu sırada İsfendiyar Bey, Sinop şubesinde hakimiyetini devam ettiriyordu fakat çok geçmeden Osmanlı Devleti Sinop’u muhasara edince çaresiz kalan Candaroğlu beyi Osmanlılar’a tabi oldu.
Dağlık bir alanda kurulan Candaroğulları Beyliği, Karamanoğulları’ndan sonra Anadolu beyliklerinin en uzun ömürlü olanıdır. Nüfusunun hemen tamamı Türkmenler’den oluşan beylikte sosyal hayat köylü ve şehirlilerin hayatı olarak iki grupta ele alınabilir. Köylüler tarım ve hayvancılıkla uğraşırken şehirli nüfus ticaret ve sanatla meşgul oluyordu. Candaroğulları hükümdarlarının alimleri himaye etmesi, çeşitli eserlerin kaleme alınmasına vesile oldu. Candaroğulları Beyliği iktisadî bakımdan iyi bir mevkide bulunuyordu. Çünkü Karadeniz’in en iyi liman şehirlerinden olan Sinop bu beyliğin elindeydi. Burası hem ihracat limanı hem de gemi tersanesinin bulunduğu bir yerdi. Beyliğin en önemli ihraç maddelerini bakır ve demir teşkil ediyordu. Cins atları ve avcı kuşlarıyla da ünlü olan Kastamonu bu özelliğini Osmanlılar zamanında da korumuştur. Candaroğulları devri mimari eserleri arasında, Kastamonu’da İbn Neccar Camii,
Safranbolu’da Gazi Süleyman Paşa Camii, Sinop’ta Kötürüm Bayezid Camii ve sarayı ile İbrahim Bey ve oğlu İsmail Bey’e ait Kastamonu’daki cami, medrese, kütüphane, mektep ve imaret zikredilebilir. Bu bilgilerden, Candaroğulları Beyliği’nin ekonomik bakımdan güçlü bir yapıya ve ileri bir devlet teşkilatına sahip olduğu anlaşılmaktadır.
HAMİDOĞULLARI (1300-1423)
Beyliğin adı, Anadolu Selçuklu sultanı II. Gıyaseddin Keyhusrev tarafından başarılı hizmetleri sebebiyle mükafatlandırılarak 1240 yılında Isparta ve Burdur yöresine uç kumandanı olan Hamid Bey’den gelir. İlhanlı hükümdarı Gazan Han’ın Selçuklu Sultanı II. Mesud’u azletmesiyle doğan otorite boşluğundan faydalanan Hamid Bey, 1297 yılında Uluborlu’yu hükümet merkezi yaptı ve Isparta, Burdur, Eğridir, Ağros, Gönen, Barla, Keçiborlu yöresinde Hamidoğulları Beyliği’ni kurarak bağımsızlığını ilan etti. Beyliğin sınırlarını Yalvaç, Şarkikaraağaç, Avşar, Sütçüler, İncirli ve Ağlasun gibi yerleşim merkezlerini içine alacak derecede genişleten Hamid Bey, ailenin en yaşlı üyesi olarak eski Türk geleneğine uygun bir şekilde hükümet merkezi Uluborlu’da “ulu bey” sıfatıyla hüküm sürdü. Ölümünden sonra geleneğe uygun olarak oğlu İlyas, ondan sonra ise onun oğlu Feleküddin Dündar Bey beyliğin başına geçti. İdareyi ele aldıktan sonra hükümet merkezini Eğridir’e taşıyan Dündar Bey, Konya ile Antalya arasındaki ticari ve askeri yolları denetleyecek bir konuma geldiği gibi şehre de kendi adına nisbetle
Felekabad adını verdi. Osmanlılar’ın Balkanlar’daki geleceğini tayin eden 1389’daki
Kosova Savaşı’na diğer Anadolu beyleri gibi Hamidoğulları da katıldı. Daha sonra Osmanlı tahtına çıkan Yıldırım Bayezid Anadolu birliğini sağlamak üzere giriştiği harekat neticesinde Hamidoğulları’na ait toprakların tamamının ele geçirdi ve idaresini de I. Bayezid’in oğlu İsa Çelebi’ye verdi.
Hamidoğulları beylerinin devlet anlayışı, Anadolu Selçukluları’ndan miras kalan eski Türk devlet töresine dayanmakta; devlet ailenin ortak mülkü olarak kabul görmektedir. Hamid beyleri, Anadolu Selçukluları’nın son sultanları III. Alaeddin Keykubad ile II. Gıyaseddin Mesud adına sikke kestirip hutbe okutmuşlardır. Fakat Selçuklu Devleti yıkılınca Anadolu’ya hakim olan Moğol hükümdarları adına sikke kestirmek zorunda kalmışlardır. Antalya’yı fethettikten sonra sultan unvanını alarak bağımsızlığını ilan eden Dündar Bey’in ise 1321 yılında kestirdiği gümüş sikkelere İlhanlı hükümdarı Ebu Said Bahadır Han’ın adını koydurmadığı görülmektedir. Hamid beylerin kendilerine ait berat, menşur, hüküm ve fermanları olduğu, bunların baş taraflarına kendi tuğralarını çekmekle görevli bir nişancılarının bulunduğu bilinmektedir. Feleküddin Dündar Bey devrinde, 15.000 atlı ve bir o kadar da piyade asker gücüne sahip olan beylik en parlak dönemini yaşamış; ayrıca en geniş sınırlara ulaşmış olup dokuz şehir ve on beş kalenin bulunduğu idari bir yapıya sahip oldukları görülmüştür. Hamid sancağıyla ilgili tapu tahrir defterlerinde, beyliğin sınırları içerisinde kalan yerleşim merkezlerinin hemen hepsinde birer cami veya mescidin varlığına işaret edilmektedir. Bu yapılardan bazıları Burdur Ulucamii ve Isparta Hızır Bey Camii’dir.
DULKADİROĞULLARI (1337-1515)
Elbistan ve Maraş merkez olmak üzere doğuda Harput’tan batıda Kırşehir’e, kuzeyde Yozgat ile Sivas’ın güneyinde Gemerek ve Gürün’den Hatay’a bağlı Hassa’ya kadar yayılan bölgede hüküm süren Dulkadir Türkmenleri, Oğuzlar’ın Bozok koluna mensuptur. Beyliğin temeli, Maraş ve Elbistan arasında Bozok ve Ağaçeri Türkmenleri’ni etrafına toplayan Dulkadiroğlu Karaca Bey tarafından atıldı. Karaca Bey 1335 yılında Çukurova’daki Ermeniler üzerine bir akın yaparak zengin ganimetle Elbistan’a döndükten bir süre sonra Türkmen reislerinden Taraklı Halil’le mücadele edip 1337 yılında, Şam Valisi Tengiz’in delaletiyle Memlük Sultanı Melik Nasır Muhammed tarafından Elbistan yöresindeki Türkmenler’in başına getirildi. Böylece Memlükler’in himayesinde yaklaşık iki asır kadar devam edecek olan Dulkadır Beyliği oluştu. 1353 yılında öldürülen Karaca Bey’in yerine oğullarından Halil Bey getirildi.
Kalabalık bir Memlük ordusu 1381 yılı yazında Antep’ten geçerek Maraş’a ulaştı. Düşmanı şehrin önlerinde karşılayan Halil Bey ve kardeşi Sevli Bey yenilgiye uğradılar ve Harput’a çekilmek zorunda kaldılar. Memlükler karşısındaki bu başarısızlık Halil Bey’in kardeşleriyle arasının açılmasına sebep oldu ve Memlük Sultanı Berkuk’un talimatı üzerine Halil Bey hançerlenerek öldürüldü; yerine kardeşi Sevli Bey geçti. Sevli Bey’in Sultan Berkuk tarafından öldürülmesi üzerine ise yerine Memlük sultanının tasvibiyle oğlu Sadaka geçti. Ancak amcasının oğlu Nasreddin Mehmed Bey taht için kendisiyle amansız bir mücadeleye girişti. Nihayet Osmanlı Padişahı Yıldırım Bayezid duruma müdahale ederek Sadaka’yı Elbistan’dan sürüp beyliğin başına Nasreddin Mehmed Bey’i getirdi. Dulkadirlılar’ın Osmanlılar’la dostluk münasebetleri Memlükler’i endişelendirmeye başlamıştı, öyle ki Dulkadirlılar Kayseri, Ürgüp, Karacahisar, Develi ve Uçhisar’ı Karamanlılar’a terk etmek zorunda kalmışlar ve Osmanlılar’a karşı Karamanoğulları’nın güçlenmesini isteyen Memlükler olaya müdahale etmemişlerdi. Nasreddin Mehmed Bey, oğlu Süleyman’ı II. Murad’a göndererek Karamanlılar’a karşı yardım istedi ve Osmanlılar’ın desteğiyle 1437 yılında Kayseri kısa bir kuşatmadan sonra ele geçirildi. Nasreddin Mehmed Bey 1442 yılında öldü ve yerine oğlu Süleyman geçti.
Süleyman Bey’in hükümdarlığı barış ve sükûn içinde geçti. Süleyman Bey’den sonra ise yerine oğlu Melik Arslan geçti; o da babası gibi Osmanlılar ve Memlükler’le dostluk ilişkilerini devam ettirmeye çalıştıysa da Karamanlılar ve Akkoyunlular kendisini rahat bırakmadılar. Melik Arslan, Memlük Sultanı Hoşkadem’in emriyle Elbistan’da camide ibadet ederken bıçaklanarak öldürüldü ve yerine Memlükler’in desteklediği Şahbudak Bey geçtiyse de onun beyliği tanınmadığı için Fatih Sultan Mehmed tarafından Şehsüvar Bey gönderildi. Bunu takip eden yıllarda Alaüddevle Bey sonra Şehsüvaroğlu Ali Bey beyliğin başına geçtiyse de Ali Bey’in öldürülmesinden sonra Dulkadirlı ülkesi Osmanlı topraklarına katılarak Maraş merkez olmak üzere bir eyalet haline getirildi.
Dulkadiroğulları zamanında başta Maraş ve Elbistan’da olmak üzere köylere varıncaya kadar beyliğin kurulduğu coğrafi alanda cami, mescid, medrese, türbe, zaviye, köprü, kale vb. pek çok dini ve sosyal tesis yapılmış, bunların birçoğu günümüze ulaştı.
SARUHANOĞULLARI (1313-1410)
Batı Anadolu uç kesiminde 1290’lı yıllardan itibaren faaliyet gösteren Saruhan Bey tarafından Manisa merkezli olarak kurulan devlet kurucusunun adıyla anılmaktadır. Kuzeyde Karesioğulları, doğuda Germiyan Beyliği ve güneyde Aydınoğulları ile komşu olan beylik Batı Anadolu’daki Karesi, Aydın ve Menteşe gibi denizci Türkmen beylikleri arasında yer alır ve dönemin Bizans ve Latin kaynaklarında daha çok Ege denizi, Adalar ve Trakya’daki akınları ile yaptıkları anlaşmalar dolayısıyla bilinir.
1310 yılından sonra Manisa’nın alınması ve buranın merkez haline dönüştürülmesinin ardından Saruhan Bey giderek güçlendi ve bağımsız olma yolunda önemli bir adım atmış oldu. 1346 yılında Saruhan Bey’in vefat etti. Onun kırk yılı aşkın hakimiyeti sırasında Saruhan Beyliği uçta yerini tam anlamıyla sağlamlaştırıp bölgede önemli bir güç odağı haline geldi ve zengin bir beylik olarak yerini aldı. Ulu bey sıfatıyla babasının yerini aldığı anlaşılan Fahreddin İlyas Bey dönemi hakkında ayrıntılı bilgi yoktur. Onun babasının siyasetini izlediği ve imparatoriçe ile yapılan ittifaka bağlılık gösterdiği bilinmektedir. Yerine oğlu İshak Bey geçmiş ve Saruhan Beyliği onun hükümdarlığıyla en parlak dönemini yaşamıştır. 1379 yılında öldükten sonra yerine oğlu Orhan Bey geçti. 1414 tarihli bakır bir sikkesi bulunan Saruhan b. İshak’ın hakimiyeti ise çok kısa sürdü. 1411’den sonra ve 1415’ten önce Saruhan ülkesinin Çelebi Mehmed’in idaresi altına girdiği, böylece Saruhanoğulları’nın Manisa kolunun tarihe karıştığı anlaşılmaktadır.
Tahrir kayıtları, bu bölgede kalabalık sayıda Türkmen grubunun yerleşmiş olduğuna ve beylik topraklarında çok az sayıda Hristiyan’ın mevcut bulunduğuna işaret eder. Ayrıca onların idaresi altında Manisa büyük bir gelişme göstererek önemli eserlerle süslenmiştir. Saruhan Beyliği’nin merkez idaresi ve taşra teşkilatı diğer Türkmen beyliklerine benzer. Saruhan beylerinin Latin ve Cenevizliler’le ticari ilişkileri olduğu bilinmektedir. Saruhan tuzlasının ve şapının önemi Osmanlılar döneminde de sürmüştür.
Bazı Osmanlı kroniklerinde tuz yasağına uymadıkları gerekçesiyle Saruhanlı yörüklerin I. Murad zamanında Rumeli’ye sürgün edildiğine dair kayıtlara rastlanır. Ayrıca İtalyan devletleriyle yapılan ticaretin bir işareti olarak Manisa Darphanesi’nde Latince yazılı, Anjou hanedanının “gigliati” adı verilen paraları tipinde sikke basılıyordu. Yine iç piyasada geçerli paraları vardı. Bugüne ulaşanlar arasında İshak Bey, İlyas Bey, Orhan Bey, Hızır Şah ve İshak Bey oğlu Saruhan’ın paraları zikredilebilir. Saruhan beylerinin ayrıca ilim ve kültür hayatını destekledikleri bilinmektedir. Siyasi hayatı devamlı mücadeleler içinde geçen Saruhanoğulları’nın yoğun bir imar faaliyetinde bulunamadıkları anlaşılmaktadır. Mimari eserlerinin henüz tam bir kataloğu yapılmamış olup bu beylikten günümüze az sayıda yapı gelebilmiştir. Bunların en önemlisi, Manisa’nın güneyinde yer alan Ulucami Külliyesi’dir.
RAMAZANOĞULLARI (1353-1608)
Ramazanoğulları Oğuzlar’ın Üçok koluna bağlı Yüregir boyuna mensup olup Moğol istilâsı üzerine Anadolu’ya gelen, Bozok ve Üçok adlarıyla iki kola ayrılan kalabalık bir Oğuz (Türkmen) topluluğu içinde yer aldı. Bu boy içinde Ramazan adlı bir bey özellikle
XIV. yüzyılın ortalarına doğru ön plana çıktı.1352 yılında Dulkadırlılar’ın başı ve Elbistan Emîri Karaca Bey’in Türkmen emirliğinden azledilmesi üzerine bu göreve Ramazan getirildi. Ramazan Bey vefat ettikten sonra Memlük Devleti tarafından yerine oğlu tayin edildi. Böylece Ramazanoğulları adını alan aile ortaya çıktı. Ramazanoğulları, Çukurova’da Üçoklar üzerinde hâkimiyet kurup onları kendilerine tam olarak bağlayamadıkları gibi Özeroğulları, Kara Îsâ, Kuştemür, Kosunlu, Ulaş ve diğer aileler de onları metbû tanımadı. Bu valilikler Ramazanoğulları’nı, Özeroğulları’nı ve diğer Üçoklu aileleri gözaltında tutuyordu. Hânedanın en önemli şahsiyeti olan Ahmed Bey, Adana’dan başka Sîs, Ayas, Misis ve Tarsus’u idaresi altında bulundurdu. İbrâhim Bey’den sonra Sîs, Tarsus ve Ayas Kahire’den gönderilen valiler tarafından yönetilmek üzere Çukurova’da Memlük hâkimiyeti kuvvetle yerleştirildi.
Ramazanoğulları Beyliği önemini kaybetti, beyleri de boy beyi durumuna düştü.
Türkmen hânedanı Ramazanoğulları’nın Karamanoğulları ile münasebetleri daima dostça oldu. Osmanlı sınırları Toroslar’a dayanınca Üçoklu Türkmenleri’nin durumu ile yakından ilgilenildi ve onların Ertuğrul Bey’in babası Süleyman Şah’ın emrindeki Oğuz topluluğundan oldukları söylenilerek kendilerine sahip çıkıldı. Memlükler devrinde Ramazanoğulları umumiyetle sadece Adana ve Misis yörelerini idare etti. Bu topraklar üzerindeki idarelerine Memlükler’in karışmadı ve elde edilen gelirlerin tamamen kendi tasarruflarında kaldı. Osmanlı devrinde beyliğin hukukî statüsü “ocaklık” diye nitelendirilirdi. Bundan dolayı onlara “hâkim” unvanı ile hitap edilmekte, yazılarda Kırım hanlarına olduğu gibi “cenâb-i emâret-meâb” unvanı verilmekteydi. Fakat Ramazanoğulları, Osmanlı devrinde yalnız Adana hâkimleri diye tanındı. Adana hâkimleri, bu yörede kendilerine dirlik olarak tahsis edilen yerin geliriyle geçinmek zorunda bırakıldı. Bu sebeple Ramazanoğulları’nın durumu sancak beylerinkinden çok farklı değildi; tek istisna hâkimliğin babadan oğula geçmesiydi.
OSMANOĞULLARI (1302-1923)
Osmanoğulları Oğuzların Kayı Boyu’na mensuptur. Osman Bey tarafından Söğüt ve Domaniç çevresinde kurulan Osmanoğulları Beyliği kısa bir sürede hızla büyüyerek dünyanın en güçlü devletlerinden biri haline gelmiştir.
Sınırları Kösedağ Savaşı'ndan sonra (1243) Anadolu, giderek artan ölçülerle Moğol egemenliğine girmeye başladı. 13. yüzyıl sonlarında Anadolu Selçuklu Devleti tümüyle tarih sahnesinden silindi; Anadolu'nun doğu ve orta kesimleri doğrudan İlhanlı İmparatorluğu'na bağlanırken, Anadolu Selçuklu Devleti'nin, uç beyi olarak Bizans sınırına yerleştirdikleri Türkmenler de yer yer, biçim bakımından İlhanlılar'a bağlı, ama gerçekte bağımsız beylikler kurmaya başladılar. 13.yy. sonlarında, 14.yy. başlarında Anadolu'nun batı kısımlarında pek çok Türkmen beyliği ortaya çıktı. Bu beyliklerin en küçüğü, Eskişehir - Sakarya - Söğüt dolaylarındaki Osmanlı Beyliği idi. Bu küçük beylik, kısa sürede Anadolu ve Balkanlar'da yayılacak, büyük bir dünya devleti olarak Türkiye ve Dünya tarihinde önemli bir yer işgal edecektir.
Osmanlı Beyliği, artık iyice zayıflamış olan Bizans İmparatorluğu ile karadan sınıra sahip tek Türkmen beyliği idi. Bu dönemde Bizans, iktisadi bağımsızlığını tümüyle kaybetmiş, ülkede hemen tüm iktisadi faaliyetler, İtalyan tüccar cumhuriyetleri Venedik ve Cenova'nın eline geçmişti.
Osmanlı Beyliği'nin doğduğu topraklar, Bizans İmparatorluğu'nun Marmara bölgesi topraklarıyla komşuydu. Bu topraklarda Bizans'ın büyük kent ve kasabaları bulunuyordu. Bu durum, Bizans kent iktisadıyla Türkmenler'in göçebe hayvancılık iktisadı birbirini tamamlayan bir bütün oluşturmasına neden oluyordu. Bölgede, Bizans kent iktisadının ürünleriyle göçebe Türkmenlerin hayvancılık ürünlerinin pazarlandığı, değiş tokuş edildiği büyük pazarlar kuruluyor, bu pazarlar bölgeye, dolayısıyla Osmanlı Beyliği'ne büyük bir iktisadi güç kazandırıyordu. Osmanlı Beyliği'nin ilk koyduğu vergilerden birinin Osman Bey zamanında "pazar rüsumu" olması, bu pazarların iktisadi gücünü ve Osmanlı iktisadına katkılarını gösteren bir kanıttır. Ayrıca, Osmanlı Beyliği'nin kurulduğu topraklar, Bizans'ı Tebriz'e bağlayan ticaret yolu üzerinde bulunuyordu. Bu işlek ticaret yolunun Osmanlı Beyliği'nin topraklarından geçmesi, vegi, haraç ya da yağma biçiminde, beyliğe büyük zenginlikler kazandırıyordu.
Osmanlı Beyliği'nin kurulduğu Eskişehir - Sakarya - Söğüt dolayları Anadolu'da biçim bakımından İlhanlılar'a bağlı olsa da, Moğol İlhanlı etkisinin uzanamayacağı kadar batıda yer alan bir bölgeydi. Bu yüzden Osmanlı Beyliği'nin toprakları, Moğol baskısından kaçan Oğuz aşiretleri, Anadolu Selçuklu asker, memur ve bilim adamı için bir sığınak yeri işlevini yerine getiriyordu. Bu ise, başlangıçta toprakları küçük, nüfusu az, asker, yönetici ve bilim adamı olarak deneyimli kimselere gereksinim duyan Osmanlı Beyliği'nin insan yetisini güçlendiriyordu.
Osmanlı Beyliği'nin topraklarının karadan Bizans ile sınırdaş olması, beyliğe öteki
Türkmen beyliklerinin sahip olmadığı bazı moral değerler de kazandırıyordu. Osmanlı Beyliği'nin karadan Bizans'la yapptığı savaşlar ona, Anadolu Türk - İslam kamuoyunda, İslam'ın dinsel görevlerinden biri olan gaza farizasını yerine getiren bir beylik olarak saygınlık kazandırırken, bu farizayı yerine getirmek isteyen gazileri ve yapılan savaşlardan ganimet elde etmek isteyen savaşçıları onun topraklarına çekiyordu.
Osmanlı Beyliği'nin kurulduğu sıralarda, Bektaşilik ve Babailik gibi tarikatlar, bölgede etkili bulunuyordu. Bunun gibi dinsel kimliği olan Âhiler de, Osmanlı Beyliği kurulduğu sıralarda bölgede ve bölge insanları üzerinde etkili olan bir esnaf kuruluşuydu. Osmanlı Beyliği'nin kurucusu kabul edilen Osman Bey'in bölgenin nüfuzlu şeyhlerinden olan Şeyh Edebali'nin kızı Bala Hatun ile evlenebilmek için ısrar etmesi, onun hem siyasi ileri görüşlülüğünü, hem de Şey Edebali'nin bölge insanları üzerindeki büyük nüfuzunu gösterir. Nitekim Osman Bey ile Bala Hatun'un evlilikleri gerçekleştikten sonra Âhilerin önde gelenlerinden Şeyh Mahmut Gazi, Âhi Şemsettin ve oğlu Âhi Hasan ve Cendereli (Çandarlı) Kara Halil, Osmanlı Beyliği'nin hizmetine girmişler ve bu beyliğin kuruluşunda, büyümesinde ve örgütlenmesinde, en azından Osmanlı hanedanı mensupları kadar önemli roller oynamışlardır.
CANİK BEYLİĞİ (13.YY-14.YY)
Canik Orta Karadeniz'in kıyı bölgelerine Türkiye Selçukluları zamanında verilen addır. Bu kıyı bölgeleri Fatsa, Ünye, Terme, Çarşamba, Samsun ve Sinop şehirlerinden oluşmaktaydı. Sinop, önçe Pervaneoğullarının, sonra da Candaroğullarının egemenliğine girince Canik'te Türkmenler tarafından küçük beylikler kuruldu (Taşanoğlu, Cüneytoğlu, Kubatoğlu). Bu beyliklerin bir kısmı, Yıldırım Bayezid zamanında Osmanlı egemenliğine girdi, ancak Ankara Savaşı'nda Osmanlı Devleti'nin yenilmesi üzerine Osmanlı egemenliğinden çıktılar. Canik bölgesi II. Murat döneminde Osmanlı topraklarına katılarak bu beyliklere son verildi (1428).
BEYLİKLERİN ORDU-DEVLET YAPISI VE YÖNETİM BİÇİMİ
Anadolu beyliklerinin kurucuları bölgelerde hakimiyet kuran yöresel aşiretlerdir. Anadolu Selçukluları bu aşiretleri özellikle Bizans hakimiyetini kırmak için Bizans sınırına yerleştirerek, bu topluluklara yerleştikleri toprakları İkta (tımar) olarak vermiş ve buraların Türkleşmesi’ni sağlayarak üretimin devamlılığını da sağlamışlardır.
Aşiretlerle Anadolu Selçuklu Sultanı arasında yapılan antlaşmaya göre aşiretler kendilerine verilen toprakları ekip biçerek yaşamlarını idame ettirir ve karşılık olarak ise savaş zamanında devlete asker gönderirlerdi. Bölgelere yerleştirilen aşiret beyleri sadece toprağı işleme hakkına sahip olmakta; toprakların gerçek mülkiyeti Selçuklu sultanına aitti. Anadolu Selçuklu hakimiyetinde bulunan ve sistemin işleyişi öğrenen beylikler devletin yıkılmasından sonra bağımsızlıklarını kazanmalarına rağmen Anadolu Selçuklu Devletini devlet yapısı ve yönetim şeklini örnek almışlardır.
Anadolu beyliklerinde beyliğin hakimiyeti “Ulu Bey” adı verilen hanedanın en yaşlı ve tecrübeli kişisinin elindedir. Ulu Bey merkezde oturur ve hakimiyeti altındaki vilayetlerde ise oğulları Ulu Bey’e vekillik ederdi. Beyliğin önemli kararlarının alındığı ve geleneksel Türk töresi kurulu olan “Divan” ise yönetimin adeta beyniydi. Vilayetlerde hakimiyet kuran hükümdar vekillerinin yanı sıra vilayetin yönetimi Valilerin elindeydi; ayrıca hukuki anlaşmazlıkların ve davaların çözümünü kadılar, askerlik ile güvenlik işlerini ise subaşılar yürütürdü ve devletin parası (sikke) Ulu Bey adına basılırdı.
Anadolu beyliklerinde ordu yönetimi ise Ulu Bey komutasındaki yaya ve süvari birlikleri, tımar verilmiş olan beylerin yetiştirdiği askerler ve çeri denen aşiret atlılarından oluşan akıncı birliklerinden oluşurdu. Beylikler döneminde muharebede ok, yay, kılıç, kargı, hançer, balta, gürz ve mancınık kullanırlardı. Ayrıca savaş sırasında ordu düzeni Merkez birlikler, Sağ ve Sol kanat olarak ayrılırdı. Merkezi Ulu Bey komuta ederken sağ ve sol birlikleri hükümdarın oğulları ya da kardeşleri yönetirdi.
EKONOMİK VE TOPLUMSAL YAŞAM
Üç çesit toprak vardır.Bunlara ikta ,vakıf ve mülk denirdi. Devlet bazı toprakların gelirini hizmetlerine karşılık belirli bir kişiye ya da bir vakfa bırakırdı. Köylüler bu toprakları işler, vergisini de toprağı işletme hakkına sahip olan kişiye ya da vakfa verirlerdi. Köylüler ekip biçmekle yükümlü olduğu toprakları bırakıp başka yere gidemezlerdi. Kent ve kasabalarda mülk sahibi olanlar köylülere oranla daha özgürdüler. Her zanaat dalı ayrı bir Ahi birliğine bağlanarak kendi içinde örgütlenmişti.
Ekonominin temeli tarıma dayalıydı. Toprak ve iklim koşullarına bağlı olarak tahıl, meyve ve pamuk gibi üretenler yetiştiriliyordu. Hayvancılık da hayli yaygındı. Anadolu'da dokunan kilim ve halılar dış pazarda alıcı buluyordu. Kütahya, Amasya ve Bayburt çevresinden çıkarılan gümüşün büyük bölümü de dışarıya satılıyordu. Anadolu beyliklerinde ticarete de gelişmişti. Karadeniz kıyısındaki Sinop, Trabzon ve Samsun, Ege'deki Foça, İzmir, Selçuk ve Balat ile Akdeniz'deki Antalya ve Yumurtalık, iç ve dış ticaretin en önemli liman kentleriydi. Kayseri ve Konya, kervan yollarının kavşak noktasında bulunan Sivas önemli ticaret merkezleriydi.
KAYNAKÇA:
https://tr.wikibooks.org
https://www.tarihiolaylar.com
https://www.guncelkaynak.com
https://tr.wikipedia.org
https://www.beyaztarih.com
https://www.turkcebilgi.com
Comments